SON DAKİKA
Hava Durumu

#Orhan Sarıbal

Ekometre - Orhan Sarıbal haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Orhan Sarıbal haber sayfasında canlı gelişmelerle ulaşabilirsiniz.

Sarıbal: Pamukta kriz kapıda Haber

Sarıbal: Pamukta kriz kapıda

AKP iktidarının 22 yılda üreticiye vermediği desteği ithalata harcadığını ve  bu kapsamda 32 milyar dolar ithalat gerçekleştirildiğini kaydeden Pamuktan kaçışın, tekstil sektörünü etkileyeceğini ve ithalata olan bağımlılığın artacağını belirten Sarıbal, “Pamuk üreticilerine verilen kilogram başına destekleme priminin 160 kuruştan 5 lira seviyesine çıkarılması, Toprak Mahsulleri Ofisi’nin müdahale alımı yapması şart” dedi.  CHP Bursa Milletvekili ve PM Üyesi Orhan Sarıbal, Meclis’te düzenlediği basın toplantısında pamuk alım fiyatlarını değerlendirdi. Gerek üretildiği bölgenin gelişimine gerekse istihdamla ülke ekonomisine önemli katkı sağlayan, tekstil ve hazır giyimden bitkisel yağ ve yem üretimine kadar birçok sektörün ham maddesi olan pamukta, alım fiyatlarının maliyetin altında kaldığını söyleyen CHP Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal, son üç yıldır artan girdi maliyetleri gübre, mazot, enerji ve düşük fiyat politikalarının, pamuk üreticilerinin kar marjını ciddi şekilde daralttığına dikkati çekti. Çiftçilerin üretimden koptuğunu ve pamuk ekim alanlarında azalma yaşandığını vurgulayan Sarıbal, pamuk üreticilerine verilen kilogram başına destekleme priminin 160 kuruştan 5 lira seviyesine çıkarılması gerektiğini söyledi. Son 3 yıldır çiftçilerin pamuklarını aynı fiyattan sattığını, bu nedenle finansal kayıp yaşadıklarına değinen Sarıbal, “Bir kilogram pamuğun üreticiye maliyeti 28-32 lira. Ancak serbest piyasa koşullarında pamuk kilogram başına 22 TL’ye alıcı buluyor, üretici birliklerinde ise 40 randımanlı kütlü pamuk alım fiyatı 25 - 28 TL arasında değişiyor. Ancak bu fiyatlar, hem olağanüstü artan tohum, gübre, ilaç ve mazot gibi üretim maliyetlerinin, hem dünya fiyatlarının, hem de çiftçilerin beklentilerin altında kalıyor. Bu şekilde devam ederse, gelecek sezon pamuk üretecek çiftçi bulmak mümkün olmayacaktır. Üreticiler, bu yıl en azından maliyetlerini karşılayabilecek ve makul bir kâr elde edebilecek şekilde fiyatların yeniden düzenlenmesini bekliyor. Pamuk fiyatlarına müdahale edecek bir kamu kurumu bulunmamaktadır. Pamuk ile ilgili kooperatif birliklerinin, TARİŞ Pamuk Birliği, Çukobirlik ve Antbirlik’in piyasa payları finansman sorunları nedeniyle azalmıştır.Birlikler alım fiyatı açıklamalarına rağmen yeterli alım yapamamakta, fiyatları serbest piyasa belirlemektedir” ifadelerini kullandı. Toprak Mahsulleri Ofisi müdahale alımı yapmalı! Bazı pamuk kalitelerinde yurt dışı ila fiyat farkının 10 TL’ye yaklaştığını, yerli pamuğun yurt dışında daha cazip hale geldiğini belirten Sarıbal, pamuk ihracatının şimdiden 300 bin tonu bulduğunu açıkladı. İhracatın artmış olmasına rağmen yerel pazarda arzın daraldığını ve ithalata daha fazla ihtiyaç duyulduğunu kaydeden Milletvekili Sarıbal, “Yurt dışına ucuza pamuk satılmakta, karşılığında ise yurt dışından pahalıya pamuk ithal edilmektedir. Türkiye gibi tarıma dayalı üretimin ekonomik ve sosyal yapıda kritik bir rol oynadığı ülkelerde, çiftçilerin maliyetlerini karşılayamaması, yerli üretimi ciddi şekilde tehdit ediyor. Pamuktan kaçış, tekstil sektörünü de etkileyecek ve ithalata olan bağımlılığı artıracaktır. Bu durum hem döviz çıkışını artıracak hem de tarımın istihdam sağlama kapasitesini düşürecektir. Toprak Mahsulleri Ofisi’nin müdahale alımı yapması, çiftçilerin zararını minimize etmek ve üretimde sürdürülebilirliği sağlamak adına etkili bir çözüm. Daha önce kuru incir ve üzümde yapılan müdahale alımları gibi adımlar, çiftçilere güven vererek üretimden vazgeçmelerini engelleyecektir. Bunun yanı sıra uzun vadeli planlarla tarımsal desteklerin artırılması ve çiftçilerin girdi maliyetlerini düşürücü önlemler alınması da gereklidir” dedi.  Üreticiye verilmeyen destek ithalata gitti: 22 yılda 32 milyar dolar Pamukta üreticiye verilmeyen desteğin ithalata verildiğini kaydeden Milletvekili Sarıbal, 2022 yılında 886 bin ton olan lif pamuk üretiminin 2023 yılında düşüş yaşayarak 700 bin tona gerilediğini belirtti. Sarıbal, 2023 yılında 732,4 bin ton pamuk ithalatı yapıldığını ve bu ithalat karşılığında 1,6 milyar dolar ödendiğini söyledi. 2024 yılında üretimin 750 bin ton olarak beklendiğini ifade eden Sarıbal, “2003-2024 yılları arasındaki 22 yıllık dönemde 18 milyon ton lif pamuk ithal edilerek, karşılığında 32 milyar dolar ödendi. Bu yılın Ocak-Eylül döneminde yapılan 625 bin ton lif pamuk ithalatının karşılığı 1,2 milyar dolar oldu. En fazla ithalat yüzde 30 ile Brezilya’dan, yüzde 26 ile ABD’den, yüzde 13 ile Azerbaycan’dan ve yüzde 12 ile Yunanistan’dan yapılmıştır” diye konuştu.  Uluslararası Pamuk İstişare Kurulu’nun tahminlerine göre, 2024-2025 sezonunda dünya genelinde 26 milyon tonu aşkın lif pamuk üretiminin ön görüldüğünü kaydeden Sarıbal, bu miktarın yaklaşık yüzde 3’ünü üreten Türkiye’nin Çin, Hindistan, ABD, Brezilya, Pakistan ve Avustralya'nın ardından 7. sırada yer aldığını belirtti. 2023 yılı verilerine göre pamuk ekiminin 22 ilde gerçekleştirildiğini ve 4,8 milyon dekar gibi geniş bir alana yayıldığını kaydeden Sarıbal, “Geçtiğimiz yıl çiftçilerimiz 2,1 milyon ton kütlü pamuk üretimi yaptı. TÜİK’in ikinci tahmin verileri, 2024 yılında pamuk üretiminin önceki yıla göre yaklaşık yüzde 6,7’lik bir artışla 2 milyon 241 ton seviyesine ulaşacağını göstermektedir. İl düzeyinde incelendiğinde ise pamuk üretiminin yüzde 42'si Şanlıurfa’da, yüzde 14,5'i Diyarbakır’da, yüzde 11,5'i Aydın’da, yüzde 9'u Hatay’da ve yüzde 5,5'i İzmir’de gerçekleştirilmektedir. Söz konusu 5 il toplam üretimin yüzde 82'sini sağlamaktadır” dedi.  Yeni bir düzenleme için müzakere başlatılmalı  Sarıbal, pamuğun bir tarım ürünü olmasına rağmen, AB ile yapılan Gümrük Birliği Anlaşması kapsamında sanayi ürünü olarak değerlendirilmesinin Türkiye'nin pamuk sektöründe ciddi sıkıntılar yaşamasına yol açtığına dikkati çekti. Üreticilerin, ithal edilen düşük maliyetli pamukla rekabet etmekte zorlandığını ve yerli üretimin tehlikede olduğunu vurgulayan Sarıbal, pamuk gibi tarımsal ürünlerin sanayi ürünü olarak değerlendirilmesini değiştirecek bir düzenleme için müzakere başlatması, aksi halde dünya fiyatlarıyla rekabetin zorlaşacağını ifade etti.   

Sarıbal: İktidar, ülkeyi şeker ithalatına muhtaç etti  Haber

Sarıbal: İktidar, ülkeyi şeker ithalatına muhtaç etti 

Şeker pancarının Türkiye için stratejik bir tarım ürünü olduğunu vurgulayan Sarıbal, AKP iktidarı’nın 2002 yılından bu yana uyguladığı tarım politikalarıyla Türkiye’yi kendi kendine yeten bir ülke olmaktan çıkararak, dışa bağımlı hale getirdiğini belirterek,  “Şeker fabrikalarını satan, pancara kota koyan iktidar, ithalat lobilerinin çıkarlarını üreticimizin alın terinden daha değerli görüyor” dedi.  Türkşeker’in açıkladığı 2024 yılı şeker pancarı alım fiyatı ile çiftçilerin alın terinin hiçe sayıldığını ifade eden Sarıbal, kota tamamlama primiyle birlikte ton başına 2.375 TL olarak belirlenen fiyatın, üretim maliyetlerini bile karşılamaktan uzak olduğunu belirtti. Üreticilerin en düşük fiyat beklentisinin 2.500 TL olduğunu kaydeden Sarıbal, “İktidarın belirlediği avans fiyat, resmi enflasyonun altında kaldı. Türkiye Şeker Fabrikaları, 2023 ürünü şekerpancarı alım fiyatını ton başına kota tamamlama primi dahil 1.855 lira olarak açıkladı. 2022 yılında fiyat, prim dahil 1.450 TL’ydi. Buna göre artış oranı yüzde 27.9’da kalmış; açıklanan alım fiyatı, pancar üreticisinde büyük bir hayal kırıklığına yol açmıştır. Şekerpancarında yeni hasat dönemi başlamış ve Türkiye Şeker Fabrikaları ilk olarak 4 Eylül’de Malatya’da pancar alım kampanyasını başlatmıştır. Verilen bu fiyat artış oranı yüzde 28’de kalmıştır. Bu, çiftçinin emeğine, geleceğine ve ülkemizin yerli üretimine vurulan bir darbedir. Maliyetler ortada: Artan mazot fiyatları, gübreye gelen zamlar, elektrik maliyetleri ve genel ekonomik kriz altında ezilen çiftçimiz, bu fiyatlarla nasıl geçinecek? Tarımda sürdürülebilirlikten bahsediyorsak, üreticinin alın terine hak ettiği değeri vermek zorundayız. Şeker pancarı gibi stratejik bir üründe dışa bağımlı olmak, ülkemiz adına büyük bir risktir” diye konuştu.  Çiftçi kota ve özelleştirme kurbanı 1998 yılında başlayan kota uygulamasının 2001 yılında çıkarılan 4634 sayılı Şeker Kanunu ile yasal zemine oturtulduğunu, üretimin sınırlandırıldığını hatırlatan Sarıbal, kota sisteminin, ülkemizin tarımsal üretim kapasitesine darbe vurduğunu belirterek, “Bu süreçte nişasta bazlı şeker üretimine tanınan ayrıcalıklar ise yerli şeker üreticisinin rekabet gücünü zayıflatmıştır. 2002 yılında kamu şeker fabrikalarının pazar payı %74 iken, AKP’nin özelleştirme politikaları sonucu bu oran hızla düşmüştür. 2018’de yapılan özelleştirme ile birlikte kamu fabrikalarının pazar payı %37’ye kadar gerilemiştir. Bu süreç sadece fabrikaların satışıyla sınırlı kalmamış, aynı zamanda yüz binlerce çiftçinin gelir kapısı da elinden alınmıştır. Kamuya ait 15 fabrika sektörde lider konumunu korusa da bu, giderek zayıflamaktadır. Özelleştirmenin ardından nişasta bazlı şeker üretimi yapan 5 özel şirkete sağlanan kolaylıklar, gıda güvenliğini riske atan bir diğer büyük sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye’de şeker üretimindeki bu dönüşüm, çiftçiyi üretimden koparmış, şeker ithalatını artırmış ve yerli üretimi baltalamıştır. Ortaya çıkan tablo, AKP’nin tarım politikalarının bir özeti gibidir: Kendi çiftçimizi ve üreticimizi desteklemek yerine, ithalatı ve büyük sermaye gruplarını önceleyen bir anlayış. Yerli ve milli üretim söylemleriyle halkın karşısına çıkan iktidar, uygulamalarıyla çiftçiyi borca, tarımı da dışa bağımlılığa sürüklemiştir. Oysa Türkiye, şeker pancarı gibi katma değeri yüksek bir üründe dünya çapında rekabet gücüne sahip bir ülkedir. Bu böyle gitmez! Şeker pancarı üretimini ve yerli üreticiyi koruyacak politikaların devreye alınması gerekmektedir. Üreticilerimizin emeklerinin karşılığını aldığı, maliyetlerini karşılayabildiği ve sürdürülebilir üretim yapabildiği bir sistem kurulmalıdır. Buradan iktidara sesleniyoruz: Çiftçinin sesini duyun! Bu ülkenin toprağını, üretimini, alın terini yok sayarak bir yere varamazsınız. Bu vebali ödeyemezsiniz! Şeker pancarından tahıla, pamuktan meyveye kadar tarımsal üretimde yeniden güçlü ve bağımsız bir Türkiye’yi kurmak, çiftçinin emeğine sahip çıkmakla mümkün olacaktır” diye konuştu.    İktidar, çiftçiye “şeker pancarı ekmeyin, biz ithal ederiz” diyor  2023 yılında küresel şeker üretiminin yüzde 79’unun şeker kamışı, yüzde 21’inin de şeker pancarından elde edildiğini vurgulayan Sarıbal, şeker pancarının şekerin hammaddesi olmanın yanı sıra yan ürünleriyle katma değeri en yüksek ürünlerden biri olduğuna da değindi. Sarıbal, “İktidar çiftçiye şeker pancarı ekmeyin, vazgeçin, biz ithal ederiz diyor. Çiftçinin 780 milyar lira borcu var. Bu tarihi bir rekordur. Öte yandan şeker pancarı yalnız sanayi hammaddesi değil, aynı zamanda besi hayvancılığında yaprak, baş ve posa ile çok değerli bir yem bitkisidir. Şeker üretimimizin azalması halinde, oluşacak açığın kapanması nişasta bazlı şeker ile sağlanacak. Şeker pancarı üretimi yapan çiftçilerin sayısındaki düşüş ve aynı dönemde şeker tüketimindeki artış, Türkiye'nin şeker üretiminde dışa bağımlılık riskini artırmaktadır. Çiftçi sayısında yüzde 20 oranında azalma yaşanırken, kişi başı şeker tüketiminin yüzde 9,5 artması bu dengeyi daha da zorlaştırmaktadır. Günümüzde pancar üreten çiftçi sayısı 99 bine gerilemiş olmasına rağmen kişi başına yıllık şeker tüketimi 33,5 kilograma ulaşmıştır. 2023 yılında 303 bin ton olan şeker ithalatı, bu yılın ilk 9 ayında 121 bin ton olarak gerçekleşmiştir. Türkiye, pancardan şeker üretiminde dünyada beşinci, Avrupa’da dördüncü sıradadır. Türkiye’de 2023 yılında 23.5 milyon ton şekerpancarı üretilirken; kendine yeterlilik 2022 - 2023’de yüzde 91,1’e geriledi. TÜİK Bitkisel Üretim 1.Tahminine göre 2024 yılında üretimin yüzde 2,1 oranında azalarak 23 milyon ton tahmin edilmektedir” açıklamasını yaptı.  “Sepetteki çürük elma akp’dir” CHP Bursa Milletvekili ve PM Üyesi Orhan Sarıbal Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu’nun "Yenidoğan çetesi"ne ilişkin "Bizim için bu operasyonun adı, 'çürük elma operasyonu'; çetenin adı da 'insanlıktan nasibini almamışlar çetesidir" ifadelerini eleştirdi. Sarıbal, “Ben çiftçiyim. Çürük olmayan elmayı da çürük elmayı da iyi bilirim. Sepete bir çürük elma koyarsanız, tüm sepeti çürütür. O sepetteki çürük elma Saray iktidarıdır, AKP’dir. Türkiye’nin sepetteki çürük elmadan kurtulması için acil erken seçim gereklidir!” diye konuştu.   

Sarıbal: “Yenişehir kirazlıyayla yıkımın eşiğinde Haber

Sarıbal: “Yenişehir kirazlıyayla yıkımın eşiğinde

CHP Bursa Milletvekili ve PM Üyesi Orhan Sarıbal, madencilik faaliyeti nedeniyle toprak kayması yaşanan Yenişehir Kirazlıyayla’da köylülerle bir araya gelerek, “Burada büyük bir ekolojik yıkım söz konusu. İnsanlar hayatını kaybettikten sonra mı ses çıkaracaksınız?” diyerek tüm kamu kurumlarını göreve çağırdı.  CHP Bursa Milletvekili ve PM Üyesi Orhan Sarıbal, Meyra Madencilik’in çinko, kurşun, bakır zenginleştirme tesisi ve atık barajı nedeniyle toprak kaymalarının yaşandığı Yenişehir ilçesine bağlı Kirazlıyayla’da köylülerle bir araya geldi. CHP Yenişehir İlçe Başkanı Deniz Dörtkardeş, Kirazlıyayla Muhtarı Hasan Açar, Reşadiye Muhtarı Mesut Torun ve köylülerle birlikte bölgede incelemelerde bulunan Sarıbal, maden faaliyetlerinin yaşamı, tarım alanlarını ve su kaynaklarını geri dönülemez şekilde tehdit ettiğini belirtti. Son dönemde bölgede toprak kaymasının arttığını, tarlalarda büyük yarıklar ve çöküntüler yaşandığını belirten köylülerin CİMER’e, AFAD’a, Kaymakamlığa ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na defalarca başvuruda bulunduğunu ancak herhangi bir önlem alınmadığını belirten Sarıbal, halkın büyük bir endişe içinde olduğunu söyledi. Sarıbal, “Çevre ve Şehircilik Bakanlığı duyarsız, kamu kurumları harekete geçmiyor. Sular kirli, atıkların nereye gittiği belirsiz. Artık insanlar konuşmaktan bile yorulmuş durumda. Halk, kendi kaderine terk edilmiş. Alınan su numunelerinin sonuçlarının ne çıktığı belli değil. Burada büyük bir ekolojik yıkım söz konusu. 1 metre genişliğinde 5 ila 20 metre derinliğinde çatlaklar var, bölge, heyelan riskiyle karşı karşıya. İnsanlar hayatını kaybettikten sonra mı ses çıkaracaksınız?” diyerek tüm kamu kurumlarını göreve çağırdı.

Orhan Sarıbal'dan Madencilere destek Haber

Orhan Sarıbal'dan Madencilere destek

Her an ölümle burun buruna… Daha sonra 15 gün Ankara'ya yürüdüler. Bugün 3. günleri toplam 46 gündür mücadele sürmekte, direniş sürmekte. Kurtuluş Parkı'nda Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne yürüyüp dertlerini anlatmak istediler. Ama bir kez daha polis eylemcileri durdurdu, engel oldu, polis engeline takıldılar ve şu anda orada bekliyorlar. Ne istiyor Fernas işçileri? Dertleri çok açık. İşçi sağlığının önemsenmesini, madende çalışan işçilerin sağlıklarının önlemesini istiyorlar. İş güvenliği olsun istiyorlar. Hatırlayınız; Soma Katliamı’nda 301 insanımızı yitirmiştik ama kurtulanlar da olmuştu. Demek ki iş güvenliği olsaydı bu insanlarımızı kaybetmeyecektik. Şimdi Fernas maden işçileri açık bir şekilde ücretlerinin iyileşmesini istiyorlar. Açık bir şekilde işçi sağlığının daha iyi olmasını istiyorlar. İş güvenliği koşullarının, iş güvenliğinin sağlanmasını istiyorlar. Hangi koşullarda çalışıyor bu arkadaşlarımız? Yeraltı madenciliğine hâkim olmayan bir çalışma anlayışıyla yapılıyor çalışmaları. Yeraltında kullanılmaması gereken araçlar ve hava sirkülasyonundaki eksiklikle, karbonmonoksit sorununun olduğu bir ortamda çalışıyorlar. İçinde elektrik akımına kapılarak toplu ölme riski olacak alanlarda çalışıyorlar. Gaz ölçüm ve izlemedeki ihmalkarlıklar ve manipülasyon sebebiyle toplu ölüm riski olma ihtimali olan yerlerde çalışıyorlar. Kar artırmak için yetersiz sayıda işçi çalıştırdığı için işçiler uzmanı olmadığı alanlarda risk doğuracak işlere zorlanıyorlar. İşçiler emniyetsiz çalıştırıldığı için yüksekten düşerek ölüm riskinin olduğu ortamda çalışıyorlar. Toz emici aletler olmadığı için solunum sorununun riskinin büyük olduğu ortamlarda çalışıyorlar. Kimyasal kullanılmamasına rağmen yeterli koruyucu ekipman verilmediği için ciddi zarar görme riski altında yaşadıklarını ve çalıştıklarını söylüyorlar. Yeraltı trafiğinde kullanılan araçların durumu ve önlem alınmadığı için ölüm riski var var olan ortamlarda çalışıyorlar. Atex olarak bilinen exprof, alev sızdırmazlık, sertifikasız aletler kullanıldığı için patlama riskinin olduğu ortamlarda çalışıyorlar. İşi hızlandırmak için yetersiz tahkimat kurulması sebebiyle göçük riski olan yerlerde çalışıyorlar. Daha önce dört kez olduğu gibi ocağı su basma sonucu ölüm riski olan alanlarda çalışıyorlar. Kısaca aslında işçiler her işe başladığı an itibaren onlarca risk altında mesailerinin bittiği anda adeta yeniden yaşama dönüp mesai başladığı andan itibaren adeta ölüm riskiyle karşı karşıya oldukları bir ortamda çalışıyorlar ve yaşıyorlar. İstedikleri çok açık. İş güvenliğinin kurulması, işçi sağlığının sağlanması ve korunması. Maalesef Türkiye'de iki madencilik var. Bir maden sahiplerine olan madencilik ve madenlerde çalışan işçilerin yaşadığı madencilik; maden sahipleri için kamu kurumları tümüyle devrede, yasalar onlardan yana, emniyet onlardan yana, güvenlik güçleri onlardan yana, hükümet yetkilileri onlardan yana, her türlü imkanlar maden ocaklarının sahiplerinden yana ama işçiye gelince sadece ölümle her dakika her an karşılaşan bir yapıyla. Kısaca Türkiye'de iki yapı var Bir maden sahiplerine iki işçilere. İşçiler ölmesin. İşçiler madende mahkûm olmasın. İşçiler yeni iş kazaları değil, iş katliamlarına mahkûm olmasın, maruz kalmasın diye işçiler açık bir şekilde tutumlarını ortaya koydular. Ankara'ya kadar yürüdüler. Şimdi de Kurtuluş Parkı'nda Meclis’e gelme çabası içerisindeler ama emniyet görevleri maalesef buna fırsat vermiyor, imkan da tanımıyor.   İktidar özel sektör karteli Burada hükümet yetkililerini valiyi bir kez daha ama bir kez daha uyarmak isteriz. Bunlar bizim insanlarımız. Yer altında da çalışsalar, gökyüzüne de uçsalar bunlar bizim insanlarımız. Eğer bir ülkede insanlar düşüncelerini, insanlar yaşam koşullarını, insanlar iş ortamlarının daha onurlu, daha insanca olmasını istiyorlarsa ve bunlar sağlanmasına engel olan emniyet güçleri, vali, hükümet yetkileri ise siz o ülkede huzurlu yaşadığınızı sayıyorsanız yanılıyorsunuz. O ülkede baskı vardır, o ülkede zulüm vardır, o ülkede katliam vardır, o ülkede faşizm vardır, o ülkede yönetenler demokrat değildir, otoriterdir, baskıcıdır, faşizandır ve en önemlisi maden sahipleri başta olmak üzere bu ülkeyi sömürenlerle iktidar iş birliği, iktidar özel sektör karteli vardır. Bu açık ve nettir. Çünkü bu sermaye derler herhalde birilerine güvenerek bu kadar fütursuzca işçi sağlığı ve iş güvenliğini yerine getirmiyorlar. Bu düzen değişecek, bu iktidar gidecek, bu ülkeye onurluca, insanca yaşanacak bir düzen elbette gelecek. Bunun için vargımızda Emek, demokrasi, barış, insanca yaşam mücadelesini sürdüreceğiz, devam edeceğiz. Yaşasın dayanışma, yaşasın emek, yaşasın birlikte mücadele.

Sınıf ayrıştırması körükleniyor Haber

Sınıf ayrıştırması körükleniyor

Orhan Sarıbal konuşmasına şöyle devam etti; Değerli basın emekçilerim ben bir ziraatçıyım. Ama aynı zamanda tarım komisyonunun da bir üyesiyim. Kamuoyundan, basından ve geniş kitleler tarafından tartışılan bir sürecin içerisindeyiz. Nedir bu süreç? Hayvanların uyutulması, itlaf edilmesi ve buna dair konuşmalar. Ne yazık ki komisyona gelen herhangi bir tasarı yok. Dolayısıyla ortada bir kanun metni de yok. Ama duyum çok. Ama gördük ki sayın Bakan dahil olduğuna göre, Bakan bu işin içerisinde olduğuna göre bir çalışma var gibi duruyor. Çünkü Bakan doğrudan bu işin içerisinde olduğunu kamuoyuna yaptığı açıklamalarla ortaya koymuş görünüyor. Tartışma ne üzerinden yürüyor? Hayvanlar uyutulsun mu, uyutulmasın mı? Diğeri, sokak hayvanları değil ama hayvanların bir kısmının sahiplenilmesi yani mülkiyet kavramı üzerinden bir tartışma yürüyor. Yani aslında bir sınıfsal ayrıştırma, bir sınıfsal farklılığa doğru giden bir süreci yaşıyoruz. Yine aynı şekilde hayvanseverlere, onları da kriminalize ederek, şeytanlaştırarak yapmak istedikleri, varmak istedikleri noktaya samimi, gerçekçi yöntemlerle yollarla ortaya koymak yerine bu tür retoriklerle bu tür deyim yerinde ise ötekileştirerek, açıklamalar yaparak, ayrıştırarak bir zemin oluşturmaya çalışıyorlar. İktidar için malzeme Yani bir tarafta “hayvan terörü var” diyerek, “mama lobisi” var diyerek, “köpek tapar, it tapar” diyerek bir yere varmaya çalışıyorlar. Ülkenin birçok temel meselesi, örneğin bir müfredat meselesi var, Milli Eğitim’in. Başka önemli konular var. Bu da gerçekten çok önemli. Ama ortada bir tasarı yok, ortada bir kanun yok. Ama toplum şimdiden ayrıştırılmış. Bir taraftan hayvan hakları meselesi üzerinden kurumlar var. Bunlar mücadelelerini sürdürüyorlar. Kirlilik var Ama işin sonunda bu toplum Anadolu kültürü, binlerce yıllık kültürü özellikle köpeklerle birlikte yaşamayı becermiş, yaşamış bir toplumuz biz. Çobanın yanında bir köpek sürüsü koruyan, kollayan, ona yoldaşlık eden bir canlı konumundayken gecenin bir vakti sabahın köründe bir saldırgana dönüşüyor anlayışı üzerinden ve bunu koruyanlar üzerinden de açık bir kirlilik var. Açık bir kirlilik. Bunu hep birlikte giderebiliriz. Ama belli ki iktidar için iyi bir malzeme oldu bu. Çok iyi bir malzeme oldu. Bunun üzerinden istediği gibi bir algı, bir yönlendirme, bir çaba sahip mitredir? Ne diyor Bakan? Diyor ki “Kuduz sorunu var” diyor. Ve kuduza şöyle bakıyor, diyor ki “2018-2022 yılları arasında Kuduz riski” özellikle bu kelimeyi kullanıyor. “Kuduz riski teması sayısı ortalaması 267 bin.” Ama diyor “2023'te 438 bine ulaştı.” Kim ulaşmış? Kuduz riski. Nedir kuduz riski? Evdeki kediden tutun da sokaktaki köpeğe kadar. Herhangi bir Kuduz riski taşıyan bir hayvanla temas ettiğiniz bir çizik, bir dokunuş, herhangi bir ısırık bunların tümü kuduz riski taşır. Oysa biz biliyoruz ki kuduz vakası artık çok çok azaldı. Hele de büyük kentlerde hemen hemen hiç yok. Kırda çok çok az. O zaman bir yerde bir yanlış var. Bir yerde bir kirlilik var. Kirlilik ama bakan bunu bile bile söylüyor, bilerek yapıyor. Riski, kuduz riski diyor. Bu şöyle değerli basın emekçileri, değerli halkım. O zaman her türlü yaralanma, her türlü hasta, her türlü trafik kazası sonrası bu vakalara tabi olan herkesi ölmüş sayacağız. Yani bu anlama geliyor. Her kazada, her trafik çarpışmasında, her herhangi bir olayda insan nereye gidiyor? Tedavi oluyor. Hastaneye gidiyor ve buna benzer tedavilerle hayatta kalıyor. Oysa biz her bu tür vakaya maruz kalanı ölüyor dediğimizde öldük olarak görürsek herhalde başka bir şeyden bahsetmiş oluruz. Dolayısıyla bu iş kesinlikle kesinlikle ve kesinlikle doğru değil. Yani bu madde üzerinden kuduz riski üzerinden hayvanları uyutalım, katledelim, toplu katliam yapalım anlayışı doğru değil. Birincisi bu. İkincisi diyor ki, 5 yılda diyor 260 bin kısırlaştırma yapmışız. 2002-2023 21 yıl doldu, 22. yıldayız. Kısırlaştırmayı sizin hükümetiniz döneminde niye yapmadınız? Neden? Niçin? Hangi gerekçeyle? Mevzuat açık ve yeterli Kanun açık. Madde açık. O kadar net. Hayvanları koruma kanunun 6. maddesi o kadar açık ki “sahipsiz ya da güçten düşmüş hayvanların 3285 sayılı hayvan sağlığı zabıtası kanununda öngörülen durumlar dışında öldürülmeleri yasak” ve aynı kanunun 4. maddesi diyor ki “Kontrolsüz üremeyi önlemek amacıyla toplu yaşanan yerlerde beslenen ve barındırılan kedi ve köpeklerin sahiplerince kısırlaştırılması esastır.” Şimdi madde o kadar açık kanun açık kesinlikle uyutamazsınız diyor. Uyutacağınız hayvanların durumu açık. Ne? Açık her şey. Kısırlaştırma yapılacak diyor sahipleri tarafından. Bu sahipli hayvanlar için. Peki sokak hayvanlarını kim kısırlaştıracak? Tarım İlçe Müdürlükleri, Belediyeler, kamu kurumları bugüne kadar bunu yapmayan bir iktidarın, yapmayan bir bakanlığın şimdi bunu gerekçe göstererek münfehit vakaları da öne sürerek “uyutalım, toplu katledelim” anlayışı kesinlikle ve kesinlikle doğru değil. Tam da bu noktada biraz önce Ankara Baro’nun Hayvan Hakları Kurulu’nu dinledik. Ziyarete geldiler. Onlarla çok geniş bir görüşme yaptık. Çok net kanunları çok iyi biliyorlar. Yönetmelikleri çok iyi biliyorlar. Hepsinin ama hepsinin içindeler. Kaldı ki bizim hayvanları koruma kanunumuz dünyada buna benzer kanunlar içerisinde en iyi düzeyde olan bir kanun. En iyi düzen düzeyde. 2004, 2019, 2021 son yaptığımız çalışmayı hatırlıyorum. Tehlikeli olan gerçekten beslenmesi de bulunması da riskli hayvanlar grubunda olanların kontrol altına alınmasına dair önemli bir düzenleme de yapılmıştı. Biraz önce söyledim. Kanun çok açık. Uyutmayı belirli koşullar dışında kesinlikle öngörmemekte. Kanun yine çok net bir şekilde şunu söylemekte “Alınır Kısırlaştırılır Tekrar aynı yere bırakılır” diyor. Başka kesinlikle kesinlikle başka bir şey öngörmüyor Bu kadar açık maddeler bu kadar açık bir durumla karşı karşıyayken ne yazık ki bu tartışma kendi içinde iktidarın belki de istediği noktaya doğru bir toplumsal çatışmaya doğru sürüklenmekte. Kanun da açık ama söyleyelim arkadaşlarımız bu konuda çok ciddi çalışmalar yapmışlar ve yapmaya devam ediyorlar elbette ve toplumsal refleksi de ortaya koyuyorlar. Diyorlar ki; 1- Bir an önce kısırlaştırma mekanizması Tarım İlçe Müdürlükleri, Tarım İl Müdürlükleri, onların veterinerlik işleri Belediyenin veterinerlik işleri tarafından mutlaka ve mutlaka sağlanması lazım. Kısırlaştırma ve kısırlaştırılan hayvanların yine alındığı yerlere doğal yaşama bırakılması. 2- Üretiminin mutlaka önüne geçilmesi. Mutlaka. Ticarete konu bir alan. Hayvan ticareti yapılıyor, satılıyor. Belirli ırklar sürekli üretiliyor ve satılıyor. Bunların önüne geçilmesi lazım. 3- Sahiplenme sürecinin hızlandırılması lazım. Kaldı ki Covid-19 sonrasında Türkiye'deki enflasyon nedeniyle mama maliyetinin çok aşırı olmasından dolayı sahiplenme duygusu da sürekli azalan bir duruma doğru gitmekte. Bunu da çok büyük bir şekilde paylaşmak lazım. Çünkü enflasyon oraya doğru ciddi anlamda bir durum var. Ticaret meselesi mutlaka bir kontrole, zabt-u rabt altına alınması lazım. Sahiplenmeyi bırakın, ticarete yapılıyor bu iş. Alım-satım, meta, mülkiyet kavramı üzerinden bakılıyor. Birçok yerde çıktı, gazetelerde. Bakan da bunu örneklemiş, şu kadar trafik kazası bundan oluyor, bu kadar ölüm bundan oluyor diye söylüyor. Ayrıca gündeme geliyor, çocuklara saldırıyorlar diye. E çocuklar bu ülkede ne zaman gidiyorlar okula? Sabahın köründe. Neden? Niçin? Hangi gerekçeyle? İktidarın uyguladığı yaz saati, kız saati uygulamasını kaldırıp sadece tektip saat olmasından dolayı. Sabahın zifiri karanlığında çocuklar okula gidiyorlar. Hayvanların bir davranış biçimi var. Oysa biz biliyoruz ki, kendin içinde birçok yerde hayvanlar doğal hayatın bir parçası olarak yaşıyorlar. En başından söyledim. Anadolu hayatının içinde var zaten bu. Geçmiş tarihlere bakın. Özellikle köpekler bu coğrafyanın, bu Anadolu insanlığın en yakın arkadaşlarından biridir. Çobanların, ailelerin. Böyle yaşadık hepimiz. Bugün bunları düşmanlaştırmanın, bunlara sahip çıkanları da terörize etmenin, ötekileştirmenin kamuoyunda ve gazetelerde bunun üzerine bir algı yaratmanın kimse ama kimseye bir faydasını olmadığını düşünüyoruz. Gönüllerle, STK'larla, sivil toplum örgütleriyle ortak çalışmak hem belediyelerin hem Tarım Orman Bakanlığı'nın ilçe müdürlüklerinin Bütün kamu kurumlarının hep birlikte, gönüllerle beraber çalışabileceği bir mekanizmanın kurulması lazım. Hayvan Durumunu İzleme (HAYDİ) polisi var. 24 saat görevde olduklarını söylüyorlar. Şimdiye kadar belli ki yapmaları gereken görevi yapmadılar. Bundan sonra uyutma ve imha için mi görev yapacaklar? Bunlar da görevlerini yapmalı, takip etmeli. Ama bu takip yok etme üzerine değil. Tam tersi hayvanları koruma ve hakları üzerinden mutlaka ve mutlaka görevlerinin tam olarak yapılmasını gerektiren bir durum bu. Sorun insandır Yine bütün bunları söylerken “Hiç sorun yoktur” demiyoruz elbette. Sorun var. Ama bu sorun kaynağı hayvanlar değil. İnsanlar ve yönetenler. Bunu çok net bir şekilde görelim. Gezin Anadolu'yu. Kent merkezlerinden bağımsız söylüyorum. Gezin Anadolu'yu. Özellikle mevsimli tarım işleri olduğu bölgeleri gezin. Yaşam koşullarına bakın. Orada o insanların yaşadığı koşullara bakın. Ama sorunun kaynağı başta Tarım ve Orman Bakanlığı'nın başta yönetme ve yürütme görevine sahip olan hükümetin, yerel yönetimlerin ve elbette hepimizin üzerine düşen sorumluluklar. Köpekleri yok ederek, imha ederek bu sorun çözülemez. Bu sorun ortak akılla, bilimle ve her kurumunun görevin yapmasıyla çözülebilir. Tarım Bakanı bunları söylerken kendi üzerine düşen görevi yapmadıklarını; Büyükşehir yasasından tutun, Köy evlerinde, köylerde küçük üreticiyi yok edip, mahalle yapın. Oralarda kır yaşamını tamamen bitirin. Bir taraftan köyü kente zorlayıp göçe zorlayarak öbür taraftan küçük tarım işletmelerini yok ederek aslında birçok hayvanın onlarla beraber yaşamasını da aslında yok etmişlerdir. Bu böyle tek başına böyle bir yerden tesadüfen oluşmuş bir şey değil. 22 yıllık yanlış birçok politikanın temel kaynağı kentleşme politikası, tarım politikası, çevre politikası bütün bunları üst üste koymak lazım. Bütün hepsini ve bunun tek sorumlusu var: İktidar. Kanunda yazanları yerine getirmeyen, çıkardığı kanuna uymayan, çıkardığı kanunla var olan işleri, sorumlulukları yerine getirmeyen bir yapıyla karşı karşıyayız. Bizler öldürmek için değil, yaşatmak için var olmalıyız. Bu Meclis de öyle. Uyutmaya dair, öldürmeye dair toplu katliama dair hiçbir kelime ve cümleyi istemiyoruz. Karşısında olacağız. Sorunları gerçekçi, akılcı bir biçimde tartışmaya her zaman varız. Her zaman olduğu gibi düşüncelerimizi söyleriz, anlatırız. Çözüm var. Öldürerek değil, yaşatarak. Bunun için de ortak hakla ihtiyacımız var. Bilime, bilgiye ve elbette insanı sevmek elbette kıymetli ama aslolan doğayı da, çevreyi de, bütün canları da, köpekleri de, kedileri de sevecek bir vicdanla hayata bakmaya ihtiyaç var. Saygılar sunuyorum.

En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.