Dünyanın süper gücü ve Türkiye’nin müttefiki ABD’nin, İran ile ilişkilerde yaşadığı gerilimler, doğrudan ülkemizi etkiler niteliktedir. İki güç arasındaki inişli çıkışlı ve gerilimli ilişkiler Türkiye’nin hem söz konusu ülkeler hem de bölgeye yönelik siyasetinde belirleyici öneme sahiptir. ABD’nin Türkiye ile birlikte gelişmekte olan ve ulusal çıkarlarına odaklı dış politika izlemek isteyen ülkeler, ticari ve ekonomik bir savaşla saf dışı edilmeye ya da ABD merkezli bir dış politika izlemeye zorlanmaktadır. Ancak ABD’nin izlediği, uluslararası hukuka ve diplomasinin ilkelerine uymayan bu siyaset, bir bumerang gibi kendini vuracak, Türkiye bu geçici türbülanstan gerekli dersleri alarak ve güçlenerek çıkmanın yolunu mutlaka bulacaktır.
İran, bulunduğu coğrafyadan ve jeopolitik öneminden dolayı yüzlerce yıldır küresel aktörlerin markajı ve sıkı gözetimi altında olmuştur. Söz konusu sıkı gözetim zaman zaman yerini denetim altına alınmaya dahi bırakmıştır. 1980'ler ve 1990'larda oldukça gerilimli seyir izleyen İran –ABD ilişkisi, ikibinli yıllar ile özellikle ABD'de Obama iktidarı döneminde yumuşamaya başlamıştır. Özellikle 2015 yılında imzalanan nükleer anlaşam iki ülke arasında yeni bir eşik olmuştur. İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif'in “Anlaşma kimse için mükemmel değil ama varılabilecek en iyi sonuç” diye nitelendirdiği Nükleer Antlaşması ile adeta taçlanmıştır. Söz konusu antlaşma ile;
Tahran anlaşmayla BM'nin Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'nun askeri üslere “kontrollü girişine” izin vermiş oldu.
Anlaşmayla BM'ye kapsamlı denetim izni verilmiş oldu ancak İran'ın giriş izni taleplerine itiraz hakkı bulunuyor.
Tahran uranyum zenginleştirmede kullanılacak santifrüj sayısını anlaşmayla üçte iki oranında azaltmayı da kabul etti. Ancak önümüzdeki ilk 10 yıl içinde zenginleştirilmiş uranyum biriktirmeme şartıyla, uranyum konusunda geliştirme ve araştırma yapmasına izin verildi.
Varılan antlaşma sonucunda İran'a karşı uygulanan ambargoların önce yumuşatılması daha sonra ise kaldırılması karara bağlanmıştır.
İran ile yakınlaşmanın bir anlaşma ile taçlandığı bu süreç esasında 2012 yılında Obama'nın ikinci kez başkan seçilmesiyle ve dış politikada radikal bir değişiklik kararı almasıyla başlamıştır. İran, Küba'ya uzatılan zeytin dalı ile birlikte Amerikan dış politikasındaki radikal değişikliğin iki ayağından birini oluşturmaktaydı.
Obama'nın bu değişikliğe gitmesinin arkasında yatan temel neden, bölgedeki Sünni çoğunluğa karşı Şii azınlığı destekleyip İslam dünyası üzerinde büyük bir kutuplaşma ve çatışma ortamı yaratmak arzusu yatmaktadır. Batıda tam da İslam düşmanlığının tavan yaptığı bir dönemde bölgede Şii azınlıkla hareket edip, bunun üzerine Sünnilerle yaşatılacak bir mezhep savaşı kurulmak istenen “Yeni Dünya” ya geçişi hızlandıracak en önemli kilometre taşlarından biri olacaktır. Obama ve yönetimi bu fikre o kadar inanmıştır ki bu uğurda en büyük müttefiklerinden birisi olan İsrail'in açık muhalefetini göze almıştır.
ABD Başkanlık seçimleri ve geçmişe dönüş
Bilindiği üzere 8 Kasım 2016'da ABD'de yapılan seçimler dünyanın tahmin ettiğinin aksine Trump'ın zaferi ile sonuçlanmıştır. Dünyadaki ana akım medyanın ve araştırma şirketlerinin tüm manipülasyonlarına rağmen Trump halkın desteğini alarak başkan olmayı başarabilmiştir. Seçim süreci ve sonrası pek çok farklı noktada ele alınıp çeşitli kereler değerlendirilmiştir. Bu bağlamda hemen belirtmek gerekir ki eğer sonuç aksi bir şekilde Clinton'ın zaferi şeklinde gerçekleşseydi İran meselesi yukarıda ana hatlarını çizdiğimiz ve Obama tarafından şekillendirilen perspektifte devam edecekti. Trump ise bu politikanın tam tersi bir tutum içerisinde olduğunun sinyallerini daha seçim sürecinde vermişti. Zira Trump göreve geldiği andan itibaren Çin ile birlikte İran üzerinde sıklıkla durmaktadır. İran ile varılan antlaşmanın çok yanlış olduğuna vurgu yapan Trump İran'a asla güvenmeyeceğini ve ABD'nin bölgede en önemli partneri ancak İran'ın “düşmanı” olan İsrail'in güvenliğinin önemine vurgu yapmaktadır.
Türkiye ve ABD uzun tarihsel geçmişe sahip, oldukça grift ve derin ilişkilere sahip iki müttefik ülkedir. Dolayısıyla Türkiye, müttefikinin İran ile almış olduğu yeni pozisyon veya pozisyonlardan oldukça etkilenen bir konumdadır. Bu duruma Türkiye ve İran'ın tarihsel çekişmeleri de eklenince işler zaman zaman içinden çıkılmaz bir hal almaktadır. Dolayısıyla İran-ABD ilişkilerinin Türkiye'ye yansımaları iki başlık altında genel değerlendirmeye ihtiyaç duymaktadır.
Bunlardan ilki başta Birleşmiş Milletler olmak üzere uluslararası arenada alınacak kararlar ve Türkiye'nin bu kararlarda alacağı durum ve yapacağı lobi faaliyetleri bahsi geçen iki ülkenin ilişkilerinin seyrine, seviyesine ve samimiyetine göre değişmek zorunda kalmaktadır.
İkincisi ise ABD'nin İran ile ilgili alacağı tek taraflı kararlar çerçevesinde değişmektedir. Bu noktada İran edilgen bir konumdadır. Zira ABD'nin tek taraflı alacağı kararlara İran'ın herhangi bir müdahalede bulunması mümkün değildir. Obama döneminin “kazananı” olan İran görünen odur ki Trump döneminin “kaybedeni” olacaktır. İran ile ilgili ABD kaynaklı alınan bu kararlar Türkiye'yi doğrudan etkilemektedir. Özellikle Obama yönetiminin son dönemlerinde yoğun bir biçimde gözlemlendiği üzere İran'ın bölgede yürüttüğü bazı faaliyetlere göz yumması başta Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar olmak üzere pek çok müttefikinin çıkarlarına zarar verebilmekte bu durum ABD'nin bölgedeki tarihsel müttefiklerini kaybetmesine neden olmaktadır.
Biraz daha özelden gidecek olursak; bilindiği üzere Irak ve Suriye'de yaşanan olaylar bahsi geçen ülkelerde otorite boşluğunun doğmasına ve terör örgütlerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Başta DAEŞ, PKK ve PYD olmak üzere pek çok terör grubunun ortaya çıktığı veya bazı devletlerce terör örgütlerinin kurulduğu veya desteklendiği bu yeni denklemde Obama yönetimi insan aklıyla alay edercesine DAEŞ'in temizlenmesinin çok uzun süreceğini dile getirmiştir. Bu izahtan yoksun yaklaşım yetmezmiş gibi tarihin gördüğü en vahşi terör örgütünü açık açık desteklemiştir. Bu durum bölgede sadece terör örgütlerinin işine yaramamıştır. Terör örgütleriyle birlikte Irak ve Suriye üzerinde mezhepsel emelleri olan İran'ın işine gelmiştir. Ancak Türkiye'nin canı özellikle terör saldırılarıyla çok yanmıştır. Bu yanlış politikaya son vermeyen Obama yönetimi Türkiye gibi bölgesinin en önemli aktörünün desteğini kaybetmiş ve başkalarının eliyle yaratılan teröre ve oradan gelen saldırılara son vermek isteyen Türkiye Suriye'ye başarılı bir harekât düzenleyerek ülkesine gelecek saldırıları topraklarında değil, terörün kaynağında karşılık vermektedir. Bu noktada sevindirici olan bir şey var ki o da Obama yönetiminin yanlışlarının farkında olan Trump'ın bu yanlışlıktan döneceğinin sinyallerini veriyor olmasıdır.
İran-ABD ilişkilerinin Türkiye'ye yansımasının bir başka ayağı da ekonomide gerçekleşmektedir. Zira iki komşu ülke İran'a uygulanan bir ambargo varsa sağlıklı ticari ilişkiler gerçekleştirememekte ticareti yürütebilmek için âdeta hülle yoluna başvurmak zorunda kalmaktadır.
Görünen o ki İran-ABD ilişkileri Türkiye'nin her iki ülke ile de ilişkilerini derinden etkilemiş ve etkilemeye devam etmektedir. Ancak her iki ülkenin her geçen gün gücüne güç katarak büyüyen ve gelişen Türkiye'nin bölgede var olan ve kurulacak tüm ittifakların en önemli aktörü olduğunu aklında çıkarmaması ve Türkiye'nin yanında olmadığı bir girişimin bölgede sonuca ulaşmasının mümkün olmadığını unutmaması gerekmektedir.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Prof. Hüsamettin İnaç
İran-ABD ilişkilerinin Türkiye yansımaları
Dünyanın süper gücü ve Türkiye’nin müttefiki ABD’nin, İran ile ilişkilerde yaşadığı gerilimler, doğrudan ülkemizi etkiler niteliktedir. İki güç arasındaki inişli çıkışlı ve gerilimli ilişkiler Türkiye’nin hem söz konusu ülkeler hem de bölgeye yönelik siyasetinde belirleyici öneme sahiptir. ABD’nin Türkiye ile birlikte gelişmekte olan ve ulusal çıkarlarına odaklı dış politika izlemek isteyen ülkeler, ticari ve ekonomik bir savaşla saf dışı edilmeye ya da ABD merkezli bir dış politika izlemeye zorlanmaktadır. Ancak ABD’nin izlediği, uluslararası hukuka ve diplomasinin ilkelerine uymayan bu siyaset, bir bumerang gibi kendini vuracak, Türkiye bu geçici türbülanstan gerekli dersleri alarak ve güçlenerek çıkmanın yolunu mutlaka bulacaktır.
İran, bulunduğu coğrafyadan ve jeopolitik öneminden dolayı yüzlerce yıldır küresel aktörlerin markajı ve sıkı gözetimi altında olmuştur. Söz konusu sıkı gözetim zaman zaman yerini denetim altına alınmaya dahi bırakmıştır. 1980'ler ve 1990'larda oldukça gerilimli seyir izleyen İran –ABD ilişkisi, ikibinli yıllar ile özellikle ABD'de Obama iktidarı döneminde yumuşamaya başlamıştır. Özellikle 2015 yılında imzalanan nükleer anlaşam iki ülke arasında yeni bir eşik olmuştur. İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif'in “Anlaşma kimse için mükemmel değil ama varılabilecek en iyi sonuç” diye nitelendirdiği Nükleer Antlaşması ile adeta taçlanmıştır. Söz konusu antlaşma ile;
Tahran anlaşmayla BM'nin Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'nun askeri üslere “kontrollü girişine” izin vermiş oldu.
Anlaşmayla BM'ye kapsamlı denetim izni verilmiş oldu ancak İran'ın giriş izni taleplerine itiraz hakkı bulunuyor.
Tahran uranyum zenginleştirmede kullanılacak santifrüj sayısını anlaşmayla üçte iki oranında azaltmayı da kabul etti. Ancak önümüzdeki ilk 10 yıl içinde zenginleştirilmiş uranyum biriktirmeme şartıyla, uranyum konusunda geliştirme ve araştırma yapmasına izin verildi.
Varılan antlaşma sonucunda İran'a karşı uygulanan ambargoların önce yumuşatılması daha sonra ise kaldırılması karara bağlanmıştır.
İran ile yakınlaşmanın bir anlaşma ile taçlandığı bu süreç esasında 2012 yılında Obama'nın ikinci kez başkan seçilmesiyle ve dış politikada radikal bir değişiklik kararı almasıyla başlamıştır. İran, Küba'ya uzatılan zeytin dalı ile birlikte Amerikan dış politikasındaki radikal değişikliğin iki ayağından birini oluşturmaktaydı.
Obama'nın bu değişikliğe gitmesinin arkasında yatan temel neden, bölgedeki Sünni çoğunluğa karşı Şii azınlığı destekleyip İslam dünyası üzerinde büyük bir kutuplaşma ve çatışma ortamı yaratmak arzusu yatmaktadır. Batıda tam da İslam düşmanlığının tavan yaptığı bir dönemde bölgede Şii azınlıkla hareket edip, bunun üzerine Sünnilerle yaşatılacak bir mezhep savaşı kurulmak istenen “Yeni Dünya” ya geçişi hızlandıracak en önemli kilometre taşlarından biri olacaktır. Obama ve yönetimi bu fikre o kadar inanmıştır ki bu uğurda en büyük müttefiklerinden birisi olan İsrail'in açık muhalefetini göze almıştır.
ABD Başkanlık seçimleri ve geçmişe dönüş
Bilindiği üzere 8 Kasım 2016'da ABD'de yapılan seçimler dünyanın tahmin ettiğinin aksine Trump'ın zaferi ile sonuçlanmıştır. Dünyadaki ana akım medyanın ve araştırma şirketlerinin tüm manipülasyonlarına rağmen Trump halkın desteğini alarak başkan olmayı başarabilmiştir. Seçim süreci ve sonrası pek çok farklı noktada ele alınıp çeşitli kereler değerlendirilmiştir. Bu bağlamda hemen belirtmek gerekir ki eğer sonuç aksi bir şekilde Clinton'ın zaferi şeklinde gerçekleşseydi İran meselesi yukarıda ana hatlarını çizdiğimiz ve Obama tarafından şekillendirilen perspektifte devam edecekti. Trump ise bu politikanın tam tersi bir tutum içerisinde olduğunun sinyallerini daha seçim sürecinde vermişti. Zira Trump göreve geldiği andan itibaren Çin ile birlikte İran üzerinde sıklıkla durmaktadır. İran ile varılan antlaşmanın çok yanlış olduğuna vurgu yapan Trump İran'a asla güvenmeyeceğini ve ABD'nin bölgede en önemli partneri ancak İran'ın “düşmanı” olan İsrail'in güvenliğinin önemine vurgu yapmaktadır.
Türkiye ve ABD uzun tarihsel geçmişe sahip, oldukça grift ve derin ilişkilere sahip iki müttefik ülkedir. Dolayısıyla Türkiye, müttefikinin İran ile almış olduğu yeni pozisyon veya pozisyonlardan oldukça etkilenen bir konumdadır. Bu duruma Türkiye ve İran'ın tarihsel çekişmeleri de eklenince işler zaman zaman içinden çıkılmaz bir hal almaktadır. Dolayısıyla İran-ABD ilişkilerinin Türkiye'ye yansımaları iki başlık altında genel değerlendirmeye ihtiyaç duymaktadır.
Bunlardan ilki başta Birleşmiş Milletler olmak üzere uluslararası arenada alınacak kararlar ve Türkiye'nin bu kararlarda alacağı durum ve yapacağı lobi faaliyetleri bahsi geçen iki ülkenin ilişkilerinin seyrine, seviyesine ve samimiyetine göre değişmek zorunda kalmaktadır.
İkincisi ise ABD'nin İran ile ilgili alacağı tek taraflı kararlar çerçevesinde değişmektedir. Bu noktada İran edilgen bir konumdadır. Zira ABD'nin tek taraflı alacağı kararlara İran'ın herhangi bir müdahalede bulunması mümkün değildir. Obama döneminin “kazananı” olan İran görünen odur ki Trump döneminin “kaybedeni” olacaktır. İran ile ilgili ABD kaynaklı alınan bu kararlar Türkiye'yi doğrudan etkilemektedir. Özellikle Obama yönetiminin son dönemlerinde yoğun bir biçimde gözlemlendiği üzere İran'ın bölgede yürüttüğü bazı faaliyetlere göz yumması başta Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar olmak üzere pek çok müttefikinin çıkarlarına zarar verebilmekte bu durum ABD'nin bölgedeki tarihsel müttefiklerini kaybetmesine neden olmaktadır.
Biraz daha özelden gidecek olursak; bilindiği üzere Irak ve Suriye'de yaşanan olaylar bahsi geçen ülkelerde otorite boşluğunun doğmasına ve terör örgütlerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Başta DAEŞ, PKK ve PYD olmak üzere pek çok terör grubunun ortaya çıktığı veya bazı devletlerce terör örgütlerinin kurulduğu veya desteklendiği bu yeni denklemde Obama yönetimi insan aklıyla alay edercesine DAEŞ'in temizlenmesinin çok uzun süreceğini dile getirmiştir. Bu izahtan yoksun yaklaşım yetmezmiş gibi tarihin gördüğü en vahşi terör örgütünü açık açık desteklemiştir. Bu durum bölgede sadece terör örgütlerinin işine yaramamıştır. Terör örgütleriyle birlikte Irak ve Suriye üzerinde mezhepsel emelleri olan İran'ın işine gelmiştir. Ancak Türkiye'nin canı özellikle terör saldırılarıyla çok yanmıştır. Bu yanlış politikaya son vermeyen Obama yönetimi Türkiye gibi bölgesinin en önemli aktörünün desteğini kaybetmiş ve başkalarının eliyle yaratılan teröre ve oradan gelen saldırılara son vermek isteyen Türkiye Suriye'ye başarılı bir harekât düzenleyerek ülkesine gelecek saldırıları topraklarında değil, terörün kaynağında karşılık vermektedir. Bu noktada sevindirici olan bir şey var ki o da Obama yönetiminin yanlışlarının farkında olan Trump'ın bu yanlışlıktan döneceğinin sinyallerini veriyor olmasıdır.
İran-ABD ilişkilerinin Türkiye'ye yansımasının bir başka ayağı da ekonomide gerçekleşmektedir. Zira iki komşu ülke İran'a uygulanan bir ambargo varsa sağlıklı ticari ilişkiler gerçekleştirememekte ticareti yürütebilmek için âdeta hülle yoluna başvurmak zorunda kalmaktadır.
Görünen o ki İran-ABD ilişkileri Türkiye'nin her iki ülke ile de ilişkilerini derinden etkilemiş ve etkilemeye devam etmektedir. Ancak her iki ülkenin her geçen gün gücüne güç katarak büyüyen ve gelişen Türkiye'nin bölgede var olan ve kurulacak tüm ittifakların en önemli aktörü olduğunu aklında çıkarmaması ve Türkiye'nin yanında olmadığı bir girişimin bölgede sonuca ulaşmasının mümkün olmadığını unutmaması gerekmektedir.