1. İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü soykırımın bu denli şiddetli ve sürekli olması, İkinci Dünya savaşından sonra kurulan dünya düzeninin iflası anlamına gelmektedir. Zira Soğuk savaş döneminin küresel barışı inşa için tesis ettiği başta Birleşmiş Milletler olmak üzere hiçbir uluslararası kurum ve Uluslararası Ceza Mahkemesi işlevini yerine getirmemiştir. ABD başta olmak üzere hegemon güçler hukukun ve sivillerin yanında yer almak yerine katilin ve saldırganın işini kolaylaştırmak için savaş gemileriyle bölgede savaşın aktif bir tarafı haline gelmişlerdir. Bu bakımdan bu katliam ABD ve Avrupa’nın insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü prensiplerini bundan sonra savunmasını imkânsız hale getirecek ve Anglosakson İttifakı’nı dünya vicdanı asla affetmeyecektir.
2. ABD ve Avrupa’nın İsrail’e tam ve sınırsız destek vermesinin en önemli sebebi, ABD’nin küresel hegemon güç olma iddiasını önemli ölçüde kaybetmesiyle alakalıdır. Bu bağlamda ABD, Ortadoğu’da ciddi oranda bir nüfuz kaybına uğramıştır. Ukrayna Savaşıyla zayıflatmaya çalıştığı Rusya ve ticari ilişkilerini daraltarak küçültmeye çalıştığı Çin, hala ABD açısından büyük bir tehdit ve rakip konumunu korumaktadır.
3. Çatışmaların başladığı günden itibaren ateşkesi sağlama, tarafları itidale davet etme, insani yardımın Gazze’ye ulaştırılmasını tedarik etme ve kalıcı barışın tesisi istikametinde en çok çaba harcayan ülke Türkiye olmuştur. Türkiye, sessiz kalarak İsrail’e destek veren Körfez ve bölge ülkelerini harekete geçirmek ve katliama karşı sağlam ve tutarlı bir ittifak sistemi kurmak için bölgede mekik diplomasisi yürütmüştür. Türkiye’nin girişimiyle İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Ligi ortak bir zirve düzenlemiştir. Türkiye doğrudan elini taşına latına koyarak Filistin’e garantör olmak istediğini ve talep edildiğinde arabulucu rolü oynayabileceğini deklare etmiştir. Ne var ki Katar ve Cezayir dışında Türkiye ile benzer idealleri benimseyen başka aktör bulunmamaktadır. Buna ilaveten Anglosakson İttifakı Türkiye’nin Ortadoğu’da aktif rol oynayarak küresel bir aktör haline gelmesini asla istememektedir. Körfez ülkeleri İran ve İhvanı Müslimin destekli olduğu gerekçesiyle ve İsrail’le başlattıkları normalleşme süreçlerine halel getirmemek için Filistin’in yanında yer almayı tercih etmemişlerdir. Söz konusu Zirvede Türkiye’nin teklif ettiği petrol ambargosu ve bölge ülkelerini hava sahlarının İsrail’e kapatılması tedbirleri Ürdün, Mısır, Bahreyn ve Suudi Arabistan tarafından şiddetle reddedilmiştir. İran ve İran’ın vekil gücü olan Lübnan Hizbullah’ı ise başlangıçta ciddi destek verdikleri amsa ve Filistin halkına ihanet ederek kendilerine doğrudan saldırı olmadıkça ilgisiz ve tarafsız kalacaklarını belirtmekten imtina etmemişlerdir. Nitekim ABD savaşın başında altı milyar, geçen hafta ise on milyar dolarlık ambargo kesintilerini serbest bırakarak İran’ın Filistin’e ihanetini ödüllendirmiştir.
4. ABD ve İsrail’in savaş sonrası planı, Gazze’nin tahliye edilmesi, Gazzelilerin Ürdün ve Mısır’a sürülmesi ve Gazze’nin Dubai gibi ticari ve teknolojik bir üs ve cazibe merkezi haline dönüştürülmesidir. Gazze açıklarında çok değerli ve yoğun bir hidrokarbon kaynağının bulunması, petrol boru hatları ve son dönemde çokça tartışılan Global Gateway’in deklare edilmesi (Hindistan-Avrupa Ticaret Koridoru) ve Ortadoğu’nun 2004 yılında ilan edilen Büyük Ortadoğu Projesi Gazze’yi stratejik açısından çok önemli bir seviyeye taşımaktadır. Bu bakış açısı esas alındığında iki devletli çözüm pek de mümkün görünmemektedir. İsrail’in kara harekâtında başarılı olamaması, iki ay geçmesine rağmen Hamas’ı bitirememesi ve tünellere bir türlü nüfuz edememesi kalıcı barışa ciddi oranda kapı aralamaktadır. He ne kadar İslam dünyasından yeterli tepki gelmese de İrlanda, İspanya, İngiltere, Latin Amerika ve ABD de kamuoylarının Filistin’e verdiği destek ve soykırıma yönelik kararlı protestoları iki devletli nihai çözüm için ümit ışığı doğurmaktadır. Ancak ABD ve İsrail, Gazze’nin öncelikle İsrail’in onay verdiği bir güvenlik mimarisine dayanan ve İsrail işbirlikçisi Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi aktörlerden müteşekkil bir barış gücü oluşturmak arayışındadır. Bu geçiş sürecinden sonra iki devletli bir yapı ve İsrail güdümünde bir Filistin devletçiği gündeme getirilebilecektir.
5. Bugün yaşanan dram, trajedi ve insanlık suçunun asıl müsebbibi, İsrail’e sınırsız ve şartsız destek veren ABD ve İngiltere’dir. Anglosakson İttifakı diye tanımlayabileceğimiz bu iki aktör, istese anında mütemadiyen genişleyen soykırımı derhal durdurabilir. Ne var ki bu iki ülkenin bölge tasavvuruyla İsrail’in katliamcı ruhu birebir uyuşmaktadır. Ortadoğu’yu yeniden dizayn ederek bölge ülkelerinin hacimlerini küçültmek, sınırlarını değiştirmek ve kaynakların sömürülmesini daha da kolaylaştırmak adına söz konusu etnik temizlik alenen desteklenmektedir. Öte yandan Hamas’a silah ve eğitim vererek 7 Ekim saldırısını teşvik eden İran da bu katliamın en büyük sorumlularından birisidir. Zira soın dönemde Azerbaycan’ın Ermenistan’a karşı zaferi, Zengezur Koridorunun açılma aşamasına gelmesi ve Rusya ve Çin’le birlikte hareket ettiği gerekçesiyle uluslararası toplumdan dışlandığı bir dönemde Hamasın bu hamlesi en çok İran’ın çıkarına hizmet etmiştir. Bu sayede İran, İsrail ve ABD ile işbirliği nedeniyle ödüllendirilmiş, ABD’nin Ortadoğu’ya yeniden dönüşünü sağlayarak Suriye ve Irak’taki Şii milislerinin mevcudiyetini tahkim etmiş ve Çin ve Rusya’ya karşı dengeleyici bir güç olarak İsrail ve ABD’yi yanına almayı başarabilmiştir. Bunun bir neticesi olarak Körfezi Irak üzerinden Türkiye bağlayacak Kalkınma Koridoru engellenmiş, Türkiye’nin İsrail gazını Avrupa’ya ulaştırma projesi akamete uğratılmış ve Zengezur Koridoru başta olmak üzere Ermenistan ve Azerbaycan arasında nihai barış ihtimali rafa kaldırılmıştır. Tüm bunlar göstermektedir ki, Hamsa saldırısından ve bu saldırı gerekçe gösterilerek başlatılan bölgedeki Filistinli kıyımından en çok mutlu olan ve nemalanan İran’dır.
6. Uçan kuştan haberi olduğu varsayılan İsrail’in ünlü istihbarat örgütü MOSSAD’a ve gene bir kuşun kanat çırpmasına bile duyarlı olduğu ifade edilen İsrail’in savunma şemsiyesi olan Demir Kubbe ’ye rağmen Hamas saldırısının nasıl pratiğe aktarıldığı hususu hala tartışmalı bir mevzudur. Bunu tarih önümüzdeki yıllarda tüm çıplaklığıyla ortaya koyacaktır. Ancak New York Times başta olmak üzere küresel medyanın ifşaatına göre İsrail saldırıdan haberdardır. Bu saldırının ABD ve İngiltere için bölgeye nüfuz etme imkânı verdiği açıktır. Bu bakımdan Netanyahu’nun 7 Ekim’i Pearl Harbour ve 11 Eylül 2001 saldırına benzetmesi manidardır.
7. İki aydır Gazze’de yaşanan açıkça savaş suçu, insanlık suçu ve katliamdır. Eski Uluslararası Ceza Mahkemesi Başkanı ve pek çok uluslararası hukuk otoritesi de bu yönde karar bildirmektedir. Zira 2006’dan beri abluka altında tutulan, elinde silah bulunmayan ve kendini savunma imkânından mahrum bırakılan sivillerin, bebeklerin ve kadınların tonlarca ağırlığında bombalarla imha edilmesi Holokost’tan daha vahim bir insanlık suçudur. Hele hele fosfor bombalarının, kimyasal silahların ve mahiyeti henüz bilinmeyen yasaklı silahların ateşlenmesi, kutsal mekân ve hastanelerin hedef alınması hiçbir savaş hukukunda meşru kabul edilemez. Kitle İmha fabrikası olarak tanımlanan “Habsora” adı verilen yapay zekâ sisteminin İsrail tarafından Gazze saldırılarında kullanılması, binlerce sivilin hedef gözetilerek ve bilinçli bir biçimde katledildiğini göstermesi bakımından önemlidir.
8. İsrail’in savaşı bitirme konusunda bir çıkış stratejisi olmadığı görülmektedir. Nitekim saldırının yarattığı travma ve öfkeyle ölçüp biçmeden kara harekatına girişmek üzereyken ABD tarafından durdurulan İsrail, tüm stratejik aklı ABD ve İngiltere’den almaktadır. Bu iki aktör Doğu Akdeniz’de hidrokarbon kaynaklarına sahip olmak, Ortadoğu’yu daha küçük parçalara ayırmak ve nihayetinde Gazze’yi İsrail kontrolünde bir cazibe merkezi haline getirmek için planlarını olgunlaştırmış durumdadır. Bölgeye bir Dışişleri Bakanı olmaktan ziyade bir Yahudi olarak geldiğini ifade eden Anthony Blinken, söz konusu planın hayata geçirilmesi hususunda bölge ülkelerinin tam desteğini almış görünmektedir.
9. Söz konusu çatışmalar bitse bile artık şartlar 7 Ekim öncesiyle aynı olmayacak ve Ortadoğu konjonktürü tamamen değişecektir. Öncelikle bundan sonra Filistin’le İsrail’in, İsrail’le bölge ülkelerinin nasıl bir arada yaşayabileceği konusu ciddi merak uyandırmaktadır. ABD ve Batı dünyası, bölge ülkeleri ve İslam dünyasının güvenini tamamen kaybetmiş durumdadır. İsrail’in yaptığı katliama ve işlediği insanlık suçuna sessiz kalarak, -Netanyahu’nun söylediği gibi- iktidarlarını korumak isteyen diktatörlere Arap sokağı sert bir cevap verecek ve bu defa halkların iç dinamiklerinden kaynaklanan gerçek bir Arap Baharı gündeme gelecektir. İsrail sorununun çözümü için önce Netanyahu devrilecek ve yerine daha ılımlı bir iktidar, görevi devralacaktır. Savaş suçluları mutlaka mahkemelerde ve uluslararası toplumun vicdanında yargılanacaktır. Katliama ve insanlık suçuna doğrudan destek veren başta ABD Başkanı Biden olmak üzere iktidar sahipleri koltuklarını kaybedeceklerdir. Netice olarak, her ne kadar ABD plnaı bu lolsa da, Filistinliler topraklarını terk etmeyecek ve başkenti Doğu Kudüs olan ve sınırları 1967’de tespit edilmiş bağımsız Filistin Devleti er ya da geç kurulacaktır.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Prof. Hüsamettin İnaç
İsrail soykırımının jeopolitik şifreleri
1. İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü soykırımın bu denli şiddetli ve sürekli olması, İkinci Dünya savaşından sonra kurulan dünya düzeninin iflası anlamına gelmektedir. Zira Soğuk savaş döneminin küresel barışı inşa için tesis ettiği başta Birleşmiş Milletler olmak üzere hiçbir uluslararası kurum ve Uluslararası Ceza Mahkemesi işlevini yerine getirmemiştir. ABD başta olmak üzere hegemon güçler hukukun ve sivillerin yanında yer almak yerine katilin ve saldırganın işini kolaylaştırmak için savaş gemileriyle bölgede savaşın aktif bir tarafı haline gelmişlerdir. Bu bakımdan bu katliam ABD ve Avrupa’nın insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü prensiplerini bundan sonra savunmasını imkânsız hale getirecek ve Anglosakson İttifakı’nı dünya vicdanı asla affetmeyecektir.
2. ABD ve Avrupa’nın İsrail’e tam ve sınırsız destek vermesinin en önemli sebebi, ABD’nin küresel hegemon güç olma iddiasını önemli ölçüde kaybetmesiyle alakalıdır. Bu bağlamda ABD, Ortadoğu’da ciddi oranda bir nüfuz kaybına uğramıştır. Ukrayna Savaşıyla zayıflatmaya çalıştığı Rusya ve ticari ilişkilerini daraltarak küçültmeye çalıştığı Çin, hala ABD açısından büyük bir tehdit ve rakip konumunu korumaktadır.
3. Çatışmaların başladığı günden itibaren ateşkesi sağlama, tarafları itidale davet etme, insani yardımın Gazze’ye ulaştırılmasını tedarik etme ve kalıcı barışın tesisi istikametinde en çok çaba harcayan ülke Türkiye olmuştur. Türkiye, sessiz kalarak İsrail’e destek veren Körfez ve bölge ülkelerini harekete geçirmek ve katliama karşı sağlam ve tutarlı bir ittifak sistemi kurmak için bölgede mekik diplomasisi yürütmüştür. Türkiye’nin girişimiyle İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Ligi ortak bir zirve düzenlemiştir. Türkiye doğrudan elini taşına latına koyarak Filistin’e garantör olmak istediğini ve talep edildiğinde arabulucu rolü oynayabileceğini deklare etmiştir. Ne var ki Katar ve Cezayir dışında Türkiye ile benzer idealleri benimseyen başka aktör bulunmamaktadır. Buna ilaveten Anglosakson İttifakı Türkiye’nin Ortadoğu’da aktif rol oynayarak küresel bir aktör haline gelmesini asla istememektedir. Körfez ülkeleri İran ve İhvanı Müslimin destekli olduğu gerekçesiyle ve İsrail’le başlattıkları normalleşme süreçlerine halel getirmemek için Filistin’in yanında yer almayı tercih etmemişlerdir. Söz konusu Zirvede Türkiye’nin teklif ettiği petrol ambargosu ve bölge ülkelerini hava sahlarının İsrail’e kapatılması tedbirleri Ürdün, Mısır, Bahreyn ve Suudi Arabistan tarafından şiddetle reddedilmiştir. İran ve İran’ın vekil gücü olan Lübnan Hizbullah’ı ise başlangıçta ciddi destek verdikleri amsa ve Filistin halkına ihanet ederek kendilerine doğrudan saldırı olmadıkça ilgisiz ve tarafsız kalacaklarını belirtmekten imtina etmemişlerdir. Nitekim ABD savaşın başında altı milyar, geçen hafta ise on milyar dolarlık ambargo kesintilerini serbest bırakarak İran’ın Filistin’e ihanetini ödüllendirmiştir.
4. ABD ve İsrail’in savaş sonrası planı, Gazze’nin tahliye edilmesi, Gazzelilerin Ürdün ve Mısır’a sürülmesi ve Gazze’nin Dubai gibi ticari ve teknolojik bir üs ve cazibe merkezi haline dönüştürülmesidir. Gazze açıklarında çok değerli ve yoğun bir hidrokarbon kaynağının bulunması, petrol boru hatları ve son dönemde çokça tartışılan Global Gateway’in deklare edilmesi (Hindistan-Avrupa Ticaret Koridoru) ve Ortadoğu’nun 2004 yılında ilan edilen Büyük Ortadoğu Projesi Gazze’yi stratejik açısından çok önemli bir seviyeye taşımaktadır. Bu bakış açısı esas alındığında iki devletli çözüm pek de mümkün görünmemektedir. İsrail’in kara harekâtında başarılı olamaması, iki ay geçmesine rağmen Hamas’ı bitirememesi ve tünellere bir türlü nüfuz edememesi kalıcı barışa ciddi oranda kapı aralamaktadır. He ne kadar İslam dünyasından yeterli tepki gelmese de İrlanda, İspanya, İngiltere, Latin Amerika ve ABD de kamuoylarının Filistin’e verdiği destek ve soykırıma yönelik kararlı protestoları iki devletli nihai çözüm için ümit ışığı doğurmaktadır. Ancak ABD ve İsrail, Gazze’nin öncelikle İsrail’in onay verdiği bir güvenlik mimarisine dayanan ve İsrail işbirlikçisi Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi aktörlerden müteşekkil bir barış gücü oluşturmak arayışındadır. Bu geçiş sürecinden sonra iki devletli bir yapı ve İsrail güdümünde bir Filistin devletçiği gündeme getirilebilecektir.
5. Bugün yaşanan dram, trajedi ve insanlık suçunun asıl müsebbibi, İsrail’e sınırsız ve şartsız destek veren ABD ve İngiltere’dir. Anglosakson İttifakı diye tanımlayabileceğimiz bu iki aktör, istese anında mütemadiyen genişleyen soykırımı derhal durdurabilir. Ne var ki bu iki ülkenin bölge tasavvuruyla İsrail’in katliamcı ruhu birebir uyuşmaktadır. Ortadoğu’yu yeniden dizayn ederek bölge ülkelerinin hacimlerini küçültmek, sınırlarını değiştirmek ve kaynakların sömürülmesini daha da kolaylaştırmak adına söz konusu etnik temizlik alenen desteklenmektedir. Öte yandan Hamas’a silah ve eğitim vererek 7 Ekim saldırısını teşvik eden İran da bu katliamın en büyük sorumlularından birisidir. Zira soın dönemde Azerbaycan’ın Ermenistan’a karşı zaferi, Zengezur Koridorunun açılma aşamasına gelmesi ve Rusya ve Çin’le birlikte hareket ettiği gerekçesiyle uluslararası toplumdan dışlandığı bir dönemde Hamasın bu hamlesi en çok İran’ın çıkarına hizmet etmiştir. Bu sayede İran, İsrail ve ABD ile işbirliği nedeniyle ödüllendirilmiş, ABD’nin Ortadoğu’ya yeniden dönüşünü sağlayarak Suriye ve Irak’taki Şii milislerinin mevcudiyetini tahkim etmiş ve Çin ve Rusya’ya karşı dengeleyici bir güç olarak İsrail ve ABD’yi yanına almayı başarabilmiştir. Bunun bir neticesi olarak Körfezi Irak üzerinden Türkiye bağlayacak Kalkınma Koridoru engellenmiş, Türkiye’nin İsrail gazını Avrupa’ya ulaştırma projesi akamete uğratılmış ve Zengezur Koridoru başta olmak üzere Ermenistan ve Azerbaycan arasında nihai barış ihtimali rafa kaldırılmıştır. Tüm bunlar göstermektedir ki, Hamsa saldırısından ve bu saldırı gerekçe gösterilerek başlatılan bölgedeki Filistinli kıyımından en çok mutlu olan ve nemalanan İran’dır.
6. Uçan kuştan haberi olduğu varsayılan İsrail’in ünlü istihbarat örgütü MOSSAD’a ve gene bir kuşun kanat çırpmasına bile duyarlı olduğu ifade edilen İsrail’in savunma şemsiyesi olan Demir Kubbe ’ye rağmen Hamas saldırısının nasıl pratiğe aktarıldığı hususu hala tartışmalı bir mevzudur. Bunu tarih önümüzdeki yıllarda tüm çıplaklığıyla ortaya koyacaktır. Ancak New York Times başta olmak üzere küresel medyanın ifşaatına göre İsrail saldırıdan haberdardır. Bu saldırının ABD ve İngiltere için bölgeye nüfuz etme imkânı verdiği açıktır. Bu bakımdan Netanyahu’nun 7 Ekim’i Pearl Harbour ve 11 Eylül 2001 saldırına benzetmesi manidardır.
7. İki aydır Gazze’de yaşanan açıkça savaş suçu, insanlık suçu ve katliamdır. Eski Uluslararası Ceza Mahkemesi Başkanı ve pek çok uluslararası hukuk otoritesi de bu yönde karar bildirmektedir. Zira 2006’dan beri abluka altında tutulan, elinde silah bulunmayan ve kendini savunma imkânından mahrum bırakılan sivillerin, bebeklerin ve kadınların tonlarca ağırlığında bombalarla imha edilmesi Holokost’tan daha vahim bir insanlık suçudur. Hele hele fosfor bombalarının, kimyasal silahların ve mahiyeti henüz bilinmeyen yasaklı silahların ateşlenmesi, kutsal mekân ve hastanelerin hedef alınması hiçbir savaş hukukunda meşru kabul edilemez. Kitle İmha fabrikası olarak tanımlanan “Habsora” adı verilen yapay zekâ sisteminin İsrail tarafından Gazze saldırılarında kullanılması, binlerce sivilin hedef gözetilerek ve bilinçli bir biçimde katledildiğini göstermesi bakımından önemlidir.
8. İsrail’in savaşı bitirme konusunda bir çıkış stratejisi olmadığı görülmektedir. Nitekim saldırının yarattığı travma ve öfkeyle ölçüp biçmeden kara harekatına girişmek üzereyken ABD tarafından durdurulan İsrail, tüm stratejik aklı ABD ve İngiltere’den almaktadır. Bu iki aktör Doğu Akdeniz’de hidrokarbon kaynaklarına sahip olmak, Ortadoğu’yu daha küçük parçalara ayırmak ve nihayetinde Gazze’yi İsrail kontrolünde bir cazibe merkezi haline getirmek için planlarını olgunlaştırmış durumdadır. Bölgeye bir Dışişleri Bakanı olmaktan ziyade bir Yahudi olarak geldiğini ifade eden Anthony Blinken, söz konusu planın hayata geçirilmesi hususunda bölge ülkelerinin tam desteğini almış görünmektedir.
9. Söz konusu çatışmalar bitse bile artık şartlar 7 Ekim öncesiyle aynı olmayacak ve Ortadoğu konjonktürü tamamen değişecektir. Öncelikle bundan sonra Filistin’le İsrail’in, İsrail’le bölge ülkelerinin nasıl bir arada yaşayabileceği konusu ciddi merak uyandırmaktadır. ABD ve Batı dünyası, bölge ülkeleri ve İslam dünyasının güvenini tamamen kaybetmiş durumdadır. İsrail’in yaptığı katliama ve işlediği insanlık suçuna sessiz kalarak, -Netanyahu’nun söylediği gibi- iktidarlarını korumak isteyen diktatörlere Arap sokağı sert bir cevap verecek ve bu defa halkların iç dinamiklerinden kaynaklanan gerçek bir Arap Baharı gündeme gelecektir. İsrail sorununun çözümü için önce Netanyahu devrilecek ve yerine daha ılımlı bir iktidar, görevi devralacaktır. Savaş suçluları mutlaka mahkemelerde ve uluslararası toplumun vicdanında yargılanacaktır. Katliama ve insanlık suçuna doğrudan destek veren başta ABD Başkanı Biden olmak üzere iktidar sahipleri koltuklarını kaybedeceklerdir. Netice olarak, her ne kadar ABD plnaı bu lolsa da, Filistinliler topraklarını terk etmeyecek ve başkenti Doğu Kudüs olan ve sınırları 1967’de tespit edilmiş bağımsız Filistin Devleti er ya da geç kurulacaktır.