Uluslararası hukukun kendine tanıdığı hakları alabilmek için Mavi Vatan Doktrini üzerinden münhasır ekonomik bölgesinin tanımlayan Türkiye, Doğu Akdeniz’de hâkimiyet mücadelesini Libya ile yaptığı deniz sınırlarını belirleyen muhtıra ve meşru hükümete sağladığı askeri danışmanlık vasıtasıyla tahkim etmiş ve böylece Libya’da toprak bütünlüğü ve istikrarın da teminatını olan bir aktör haline dönüşmüştür. Bugün geldiğimiz noktada Libya ile hirdokarbon kaynaklarının çıkarılması, petrol ve doğalgazın Libya karaları dahil olarak birlikte aranması konusunda inisiyatif alan Türkiye, yaptığı anlaşmayla Mısır-Yunanistan İttifakını derin bir hayal kırıklığına sürüklemiştir. Rusya’nın Libya’dan uzaklaştırılmasına yönelik tek somut atan ve bizzat askeriyle bölgede varlık gösteren Türkiye’nin, NATO müttefikleri tarafından bir ‘tehdit’ ve tek taraflı hamleleriyle ‘istikrar bozucu bir güç’ olarak görülmesi akla ve mantığa aykırı bir tutum olarak tarihe geçecektir.
Sanayileşmenin arttığı, nüfusun geometrik bir biçimde tırmanışa geçtiği ve üretim ve tüketimin tetiklendiği günümüz sosyoekonomik dünyasında enerjiye duyulan ihtiyaç gün geçtikçe artmaktadır. Mevcut enerji kaynaklarının azalması, yeni enerji kaynaklarına duyulan ihtiyaç ve enerji unsurlarını çeşitlendirme arzusu insanlığı yeni arayışlara itmektedir. Bu bağlamda petrole göre yeşil dönüşüme imkân sağlayacak yenilenebilir enerjinin yanı sıra doğalgaz ve hidrokarbon kaynakları daha fazla revaç kazanmaktadır. İki binli yılların başında Doğu Akdeniz’de zengin hidrokarbon kaynaklarının varlığının tespit edilmesi, tüm bu bilgilerin ışığında bölgede farklı bir jeopolitiğin şekillenmesine yol açmıştır. Bu gerçekliği ilk fark eden ülke olan Yunanistan -Doğu Akdeniz’de sınır olmamasına rağmen- denkleme dâhil olmuş, Güney Kıbrıs Yönetimi deniz sınırlarını belirleyen ilk mutabakat zaptını 2003 yılında Mısır, 2007 yılında Lübnan ve 2010 yılında İsrail’le gerçekleştirmiştir. Böylelikle ABD’nin de desteğiyle İsrail’in Leviathan bölgesinden çıkardığı doğalgazını Güney Kıbrıs üzerinden Yunanistan ve Avrupa’ya ulaştıracak Eastmed adı verilen bir petrol ve doğalgazı hattı döşenmesi projesi imzaya açılmıştır. Ne var ki bu proje hem uzunluğu, hem de boruların döşeneceği sathın sağlam ve düz olmaması nedeniyle feasible (gerçekleştirilebilir) görünmemektedir.
Tam da bu esnada Akdeniz’de sözünü ettiğimiz gelişmelere kayıtsız kalan Türkiye, 2019 Kasım ayında Libya ile deniz sınırlarını belirleyen mutabakat zaptına imza atmıştır. Ancak bu dönemde Libya, Kaddafi sonrası gelişmeler nedeniyle ikiye bölünmüş durumdadır. Doğuda geçmişte Kaddafi ile çalışmasına ve birlikte Kral İdris’i bir darbeyle indirmiş olmalarına rağmen, bilahare CIA için çalışmış ve daha donra Rusya’da eğitim alarak Rus menfaati için çalışmaya başlayan ve Çad ve Sudan başta olmak üzere yakın Afrika ülkelerinde adı savaş suçlarına karışan Halife Hafter bulunmaktadır. Hafter’in arkasında Wagner adı verilen paralı askerleriyle Rusya yer almaktadır. Buna ilaveten Sudanlı Cancavidler başta olmak üzere yabancı örgütler ve terör unsurları Bingazi merkezli gayri meşru hükümetin başı olan Hafter’in ve Tobruk’ta Meclis tesis eden Akile Salih’in safında sıralanmaktadır. Öte yanda ise Libya’nın batısında Trablusgarp merkezli ve Birleşmiş Milletlerin Libya’da meşru yegâne otorite olarak itibar ettiği Serrac hükümeti bulunmaktadır. Türkiye iki hükümetin, iki ordunun, iki merkez bankasının, biri İngiltere, biri Rusya’da basılan iki para biriminin bulunduğu Libya’da BM tarafından meşru tek güç olarak görülen Serrac hükümetinin yanında yer almış ve mutabakat muhtırasını bu hükümetle imzalanmıştır.
Söz konusu mutabakat zaptı ve Türkiye-Libya Anlaşması Türkiye’ye çok geniş bir münhasır ekonomik bölge (MEB) kazandırmış, Doğu Akdeniz’deki jeopolitiği radikal bir biçimde değiştirmiş ve dönüştürmüştür. Öncelikle Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon kaynaklarının Avrupa’ya Güney Kıbrıs ve Yunanistan üzerinden naklini esas alan Eastmed anlaşması, Türkiye’nin ekonomik bölgesiyle çakıştığı için geçerliliğini yitirmiş ve ABD de bu projeye verdiği desteği geri çekmiştir. İkinci olarak Türkiye, imzaladığı mutabakat zaptıyla Doğu Akdeniz’in çok geniş bir sahasında çok geniş bir deniz coğrafyasına hakim olmuş ve bu alanı Emekli Müstafi Tümamiral Cihat Yaycı’nın çalışmasıyla Mavi Vatan Doktrinini ihdas etmiştir. Ne var ki bu anlaşmanın imzalanmasının akabinde Hafter güçlerinin saldırısı neticesinde iç savaş olarak tanımlanabilecek büyük bir çatışma başlamış ve bu süreçte Türkiye, Libya’nın meşru hükümetini korumak ve sivillerin can güvenliğini teminat altına almak için Güvenlik ve Askeri İşbirliği Anlaşmasına imza atmıştır. Bu anlaşma mucibince harekete geçen Türkiye, İHA ve SİHA’larını ilk defa Libya semalarında kullanarak dünya harp doktrinin değiştirerek, verdiği askeri ve danışmanlık hizmetiyle meşru Libya hükümetinin egemenlik sahasını Sirte ve Cufra’ya kadar genişletmiştir. Geldiğimiz noktada Türkiye, hâlihazır Abdülhamit Dibeybe hükümetiyle hareket ederek Libya’da ordunun, hükümetin, merkez bankalarının birleştirilerek ülkenin adil ve hakkani bir seçime götürülmesi ve birlik ve istikrarın bir daha bozulmayacak bir biçimde tesisi için ciddi adımlar atmaktadır.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Prof. Hüsamettin İnaç
Libya’da Ne Oldu?
Uluslararası hukukun kendine tanıdığı hakları alabilmek için Mavi Vatan Doktrini üzerinden münhasır ekonomik bölgesinin tanımlayan Türkiye, Doğu Akdeniz’de hâkimiyet mücadelesini Libya ile yaptığı deniz sınırlarını belirleyen muhtıra ve meşru hükümete sağladığı askeri danışmanlık vasıtasıyla tahkim etmiş ve böylece Libya’da toprak bütünlüğü ve istikrarın da teminatını olan bir aktör haline dönüşmüştür. Bugün geldiğimiz noktada Libya ile hirdokarbon kaynaklarının çıkarılması, petrol ve doğalgazın Libya karaları dahil olarak birlikte aranması konusunda inisiyatif alan Türkiye, yaptığı anlaşmayla Mısır-Yunanistan İttifakını derin bir hayal kırıklığına sürüklemiştir. Rusya’nın Libya’dan uzaklaştırılmasına yönelik tek somut atan ve bizzat askeriyle bölgede varlık gösteren Türkiye’nin, NATO müttefikleri tarafından bir ‘tehdit’ ve tek taraflı hamleleriyle ‘istikrar bozucu bir güç’ olarak görülmesi akla ve mantığa aykırı bir tutum olarak tarihe geçecektir.
Sanayileşmenin arttığı, nüfusun geometrik bir biçimde tırmanışa geçtiği ve üretim ve tüketimin tetiklendiği günümüz sosyoekonomik dünyasında enerjiye duyulan ihtiyaç gün geçtikçe artmaktadır. Mevcut enerji kaynaklarının azalması, yeni enerji kaynaklarına duyulan ihtiyaç ve enerji unsurlarını çeşitlendirme arzusu insanlığı yeni arayışlara itmektedir. Bu bağlamda petrole göre yeşil dönüşüme imkân sağlayacak yenilenebilir enerjinin yanı sıra doğalgaz ve hidrokarbon kaynakları daha fazla revaç kazanmaktadır. İki binli yılların başında Doğu Akdeniz’de zengin hidrokarbon kaynaklarının varlığının tespit edilmesi, tüm bu bilgilerin ışığında bölgede farklı bir jeopolitiğin şekillenmesine yol açmıştır. Bu gerçekliği ilk fark eden ülke olan Yunanistan -Doğu Akdeniz’de sınır olmamasına rağmen- denkleme dâhil olmuş, Güney Kıbrıs Yönetimi deniz sınırlarını belirleyen ilk mutabakat zaptını 2003 yılında Mısır, 2007 yılında Lübnan ve 2010 yılında İsrail’le gerçekleştirmiştir. Böylelikle ABD’nin de desteğiyle İsrail’in Leviathan bölgesinden çıkardığı doğalgazını Güney Kıbrıs üzerinden Yunanistan ve Avrupa’ya ulaştıracak Eastmed adı verilen bir petrol ve doğalgazı hattı döşenmesi projesi imzaya açılmıştır. Ne var ki bu proje hem uzunluğu, hem de boruların döşeneceği sathın sağlam ve düz olmaması nedeniyle feasible (gerçekleştirilebilir) görünmemektedir.
Tam da bu esnada Akdeniz’de sözünü ettiğimiz gelişmelere kayıtsız kalan Türkiye, 2019 Kasım ayında Libya ile deniz sınırlarını belirleyen mutabakat zaptına imza atmıştır. Ancak bu dönemde Libya, Kaddafi sonrası gelişmeler nedeniyle ikiye bölünmüş durumdadır. Doğuda geçmişte Kaddafi ile çalışmasına ve birlikte Kral İdris’i bir darbeyle indirmiş olmalarına rağmen, bilahare CIA için çalışmış ve daha donra Rusya’da eğitim alarak Rus menfaati için çalışmaya başlayan ve Çad ve Sudan başta olmak üzere yakın Afrika ülkelerinde adı savaş suçlarına karışan Halife Hafter bulunmaktadır. Hafter’in arkasında Wagner adı verilen paralı askerleriyle Rusya yer almaktadır. Buna ilaveten Sudanlı Cancavidler başta olmak üzere yabancı örgütler ve terör unsurları Bingazi merkezli gayri meşru hükümetin başı olan Hafter’in ve Tobruk’ta Meclis tesis eden Akile Salih’in safında sıralanmaktadır. Öte yanda ise Libya’nın batısında Trablusgarp merkezli ve Birleşmiş Milletlerin Libya’da meşru yegâne otorite olarak itibar ettiği Serrac hükümeti bulunmaktadır. Türkiye iki hükümetin, iki ordunun, iki merkez bankasının, biri İngiltere, biri Rusya’da basılan iki para biriminin bulunduğu Libya’da BM tarafından meşru tek güç olarak görülen Serrac hükümetinin yanında yer almış ve mutabakat muhtırasını bu hükümetle imzalanmıştır.
Söz konusu mutabakat zaptı ve Türkiye-Libya Anlaşması Türkiye’ye çok geniş bir münhasır ekonomik bölge (MEB) kazandırmış, Doğu Akdeniz’deki jeopolitiği radikal bir biçimde değiştirmiş ve dönüştürmüştür. Öncelikle Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon kaynaklarının Avrupa’ya Güney Kıbrıs ve Yunanistan üzerinden naklini esas alan Eastmed anlaşması, Türkiye’nin ekonomik bölgesiyle çakıştığı için geçerliliğini yitirmiş ve ABD de bu projeye verdiği desteği geri çekmiştir. İkinci olarak Türkiye, imzaladığı mutabakat zaptıyla Doğu Akdeniz’in çok geniş bir sahasında çok geniş bir deniz coğrafyasına hakim olmuş ve bu alanı Emekli Müstafi Tümamiral Cihat Yaycı’nın çalışmasıyla Mavi Vatan Doktrinini ihdas etmiştir. Ne var ki bu anlaşmanın imzalanmasının akabinde Hafter güçlerinin saldırısı neticesinde iç savaş olarak tanımlanabilecek büyük bir çatışma başlamış ve bu süreçte Türkiye, Libya’nın meşru hükümetini korumak ve sivillerin can güvenliğini teminat altına almak için Güvenlik ve Askeri İşbirliği Anlaşmasına imza atmıştır. Bu anlaşma mucibince harekete geçen Türkiye, İHA ve SİHA’larını ilk defa Libya semalarında kullanarak dünya harp doktrinin değiştirerek, verdiği askeri ve danışmanlık hizmetiyle meşru Libya hükümetinin egemenlik sahasını Sirte ve Cufra’ya kadar genişletmiştir. Geldiğimiz noktada Türkiye, hâlihazır Abdülhamit Dibeybe hükümetiyle hareket ederek Libya’da ordunun, hükümetin, merkez bankalarının birleştirilerek ülkenin adil ve hakkani bir seçime götürülmesi ve birlik ve istikrarın bir daha bozulmayacak bir biçimde tesisi için ciddi adımlar atmaktadır.