SON DAKİKA
Hava Durumu

Madrid Zirvesi ve Türkiye’nin kazanımları

Yazının Giriş Tarihi: 13.07.2022 11:43
Yazının Güncellenme Tarihi: 13.07.2022 11:43

Madrid Zirvesi, NATO açısından tarihi bir dönüm noktası olarak tarihte yer alacaktır. Zira 2010 yılında kabul edilen strateji belgesi bu toplantı neticesinde güncellenmiş ve NATO 2022 Strateji Belgesi kabul edilmiştir. Bu belgeye göre daha önce kendisiyle diyalog sürdürülen ortak olarak tanımlanan Rusya Federasyonu, hasım sıfatıyla ve Çin de rakip sıfatıyla yeniden isimlendirilmiştir. Haddi zatında tüm şiddetiyle devam etmekte olan Ukrayna Savaşı; jeopolitiği yeniden şekillendirmiş, Atlantik’in iki yakasını iyice birbirine yakınlaştırmış, Avrupa’yı zayıflatarak ABD’ye alternatif oluşturması engellemiş, Avrupa Ordusu (PESCO) ve AB’nin stratejik özerkliği meselesini tamamen rafa kaldırmış ve ABD hegemonyasının ömrünü uzatmıştır. NATO bünyesinde yer alan acil müdahale gücünün sayısı 40 binden 300 bine çıkartılmakla kalmamış Almanya başta olmak üzere pek çok Avrupa ülkesi ciddi bir silahlanma yarışına sokulmuştur.  Aslında bu strateji belgesi, Doğu Akdeniz’le birlikte Ortadoğu, Orta Asya, Avrupa ve Asya-Pasifik bölgelerine müdahalede bulunarak ABD hegemonyasını tahkim etme amacını taşımaktadır. Bu anlayışa göre bu bölgelerde ihtilaflı alanlara NATO müdahale edecek, stratejik bölgelerde ihtilaf yoksa bile yeni çatışma alanları yaratılacak (Örneğin Çin Tayvan’a ya da Orta Asya’ya saldırması için tahrik edilecek) ve boşluğu bu ittifak dolduracaktır. Nihai olarak Ortadoğu’da ve Asya-Pasifik’te yeni NATO’lar oluşturulacak ya da bu bölgeler bir şekilde NATO’ya eklemlenecektir. Japonya, Avustralya, Yeni Zelanda, Hindistan, Güney Kore gibi ülkelerin gözlemci sıfatıyla Zirve’ye çağrılmasının altında yatan mantık budur. Genel Sekreter Jens Stoltenberg’in ifadesiyle Zirveyle birlikte “10 yılın en büyük güvenlik krizi” çözülmüştür.

Böylesi önemli bir stratejik anlam ifade eden Zirve’nin en önemli konusu, uzun yıllardır tarafsızlığıyla maruf olmakla birlikte Ukrayna savaşı nedeniyle Rus korkusu yaşayan İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya adaylık ve üyelik sürecinin başlatılması olmuştur. Zira bu iki ülkenin katılımıyla NATO-Rusya sınırı 1348 km (Finlandiya-Rusya sınır uzunluğu) daha uzatılmış olacak, Baltık Denizi ve -zengin maden ve hidrokarbon kaynaklarıyla bilinen ve buzulların erimesiyle gemi trafiğine açılan- Kuzey Buz Denizi önemli ölçüde NATO tarafından kontrol altına alınmış olacaktır. Haddi zatında bu akıl, Anglosakson (İngiliz-Amerikan) aklıdır ve doğrudan Küresel Britanya konseptiyle de alakalıdır. Bu konsept, Brexit’le birlikte kendini AB’nin tahdidinden kurtaran İngiltere’nin küresel bir güç olma mücadelesine karşılık gelir ve bu anlayışın bir uzantısı olarak NATO da küresel bir güvenlik ve savunma paktı olmalıdır.

Ne var ki bu stratejik hedefte birleşilmesi, Rusya’ya anlamlı bir birliktelik mesajı verilmesi ve İsveç ve Finlandiya’nın üyeliğe kabulü için kilit ülke Türkiye’dir. Türkiye başından beri bu iki ülke için veto kartını kullanacağını, PKK, YPG ve FETÖ adına adeta kuluçka merkezi olan İsveç ve Finlandiya’nın yasalarını değiştirmedikçe, terör suçlularını iade etmedikçe ve 2019 Barış Pınarı Operasyonu sonrası koydukları silah ambargolarını kaldırmadıkça NATO’ya dahil olamayacaklarını pek çok vesileyle açıkça ifade etmiştir. Tam da bu esnada ve Zirve’nin başlamasından bir gün önce NATO Genel Sekreteri’nin gözetimi altında Türkiye ile birlikte NATO’ya aday olan İsveç ve Finlandiya’nın dışişleri bakanları bir araya gelerek sürpriz bir mutabakat metnine imza atmışlardır. Üçlü muhtıra (understanding of memorandum) olarak adlandırılan belge, Türkiye’nin tüm taleplerini karşılar mahiyettedir. Belgeye göre bu iki ülke 1 Temmuz 2022 tarihinden geçerli olmak üzere terörle mücadele yasalarını değiştirecekler,  Avrupa Suçluların İadesi Sözleşmesi’ne uygun olarak teröristleri iade edecekler, terör örgütlerinin tüm TV ve derneklerini kapatmakla kalmayıp eleman devşirme, para toplama ve propaganda yapma faaliyetlerini engelleyecektir.

Mutabakatın en büyük başarısı, PYD, YPG ve özellikle FETÖ’nün ilk defa uluslararası bir belgeye terör örgütü olarak girmesini sağlamak olmuştur. Belge her ne kadar üç ülkenin dışişleri bakanının imzasını taşısa da Zirve’nin sonuç bildirgesine girmiş ve Strateji Belgesinde bu uzlaşıya atıfta bulunulmuştur. Bu nedenle ortaya çıkan belge, terörü destekleyen ABD, Almanya, Fransa ve Hollanda gibi NATO müttefiki ülkelerine referans olacak ve talep edilen tedbirler zamanla bu ülkelere de teşmil edilebilecektir. Hepsinden önemlisi söz konusu terör örgütlerinin (FETÖ, YPG, PYD) vahşi ve barbar yüzü tüm NATO üyesi ülkelere bir video ile gösterilmiş, bunların Türkiye’ye verdiği zarar kayıt altına alınmış ve Türkiye moral üstünlük kazanırken Avrupa’nın iki yüzlülüğü uluslararası kamuoyu tarafından tescil edilmiştir.

Buna mukabil Türkiye, bu uzlaşıyla her ne kadar bu iki ülkenin üyeliğine davet edilmesinin önü açmış ve başvuru sürecine ket vurmamışsa da, veto yetkisini hala elinde tutmaktadır ve tam üyelik süreci hala askıda tutulmaktadır.  Zira İsveç ve Finlandiya NATO üyesi otuz ülkenin milli meclislerinden onay almadan (ratification) tam üye olamayacaklardır.  Uzmanların ilk değerlendirmesi, reform takviminin tespiti, Washington Anlaşmasına göre kurucu protokolün imzalanması, protokolün parlamentolarda onaylanması, kurucu anlaşmaya muvafakat ve kabul belgesinin ABD’ye gönderilmesi, Genel Sekreterin aday ülkeleri daveti ve ABD’ye ulaşan evraklar üzerinden kabulün teyidi gibi yedi aşamalı bir süreç işletilecek ve bu proses yaklaşık bir yıllık zaman diliminde tamamlanacaktır. İşte bu süre zarfında bu iki aday ülke Üçlü Muhtırada taahhüt ettiği vaatleri yerine getirmezse Türkiye ya mutabakat zaptından çekilecek, ya TBMM’de protokolü ret edecek ya da -en muhtemel bir biçimde- protokolü Meclis’e hiç getirmeyecektir. Böylelikle üyelik süreci Türkiye tarafından akamete uğratılmış olacaktır. Bu sayede 1980 askeri darbesinin akabinde “asker sözüne güvenerek” Rogers Planı’nı imzalayan ve hiçbir taviz koparmadan Yunanistan’ı NATO’ya alan Kenan Evren’in durumuna asla düşülmemiştir. Türk kamuoyu 1 Mart 2003 Tezkeresini asla unutmamalıdır. Malum olduğu üzere 11 Eylül saldırılarını bahane ederek Irak’ı işgal etmeye çalışan ve 85 bin askerini Türkiye üzerinden Irak’a indirmek isteyen ABD’ye en güzel cevabı Gazi Meclisimiz vermiştir.

Mutabakat Muhtırasının imzalanmasının akabinde Biden-Erdoğan görüşmesi gerçekleşmiş ve Türkiye’nin F16 alımına Başkanın verdiği destek bir kere daha ifade edilmiştir. Bunun yanı sıra Yunanistan’ın Türkiye aleyhine yaptığı propaganda cılız kalmış ve Türkiye’nin NATO nezdindeki güçlü temsiliyeti Miçotakis’in bile “Türkiye’nin terör kaygısını anlıyoruz” demesine sebep olmuştur.  Görüşmede mutabakat zaptının da bir uzantısı olarak ABD’nin YPG’ye verdiği destek, CAATSA ambargosu, muhtemel Suriye operasyonu, Yunanistan’da oluşturulan ABD üsleri ve Yunanistan’ın gayr-i askeri statüde yer alan adaları silahlandırması gibi hususların konuşulduğu düşünülmektedir. Aynı zamanda Türkiye’nin bir yandan NATO’da oluşacak krizi engellerken, öte yandan kendi tutumundan geri adım atmaması diplomatik bir zafer olarak değerlendirilmektedir. Hepsinin ötesinde bu tutum, Ukrayna Savaşında hava sahamızı açarak her türlü desteği vermemize rağmen Suriye operasyonunun önünü açmayan Rusya’ya karşı çok anlamlı bir mukabele olarak görülmelidir.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.