27 Kasım tarihinde İdlib’ten başlayan muhalif grupların ilerleyişinin 12 günde Şam’da nihayetlenmesi, Ortadoğu jeopolitiğinde ciddi bir değişim ve dönüşümü beraberinde getirdi. Böylelikle muhaliflerin en önemli unsurlarından birisi olan Hey’et-i Tahrir-üş Şam (HTŞ), Türkiye destekli Suriye Milli Ordusuyla (SMO) beraber iktidara oturmuş ve 61 yıllık Baas rejimini tarihe gömmüş oldu.
Zaman ilerledikçe Suriye’nin Suriyeliler tarafından özgürleştirilmesi operasyonunun arkasında Türkiye’nin olduğu anlaşılmaya başlandı. Önce MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın siyah Mercedes’inin Şam sokaklarında görünmesi ve akabinde Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Kasyun dağına uzanan ve çok ses getiren ziyareti bu bakımdan derin mesajlar taşımaktaydı.
İlk defa özgürlükle tanışan Suriyeliler, Emeviye Meydanında büyük coşkuyla kutlamalar yaptılar. Esed zulmünden pek çok ülkeye hicret etmek zorunda kalan Suriyeliler ve Suriye’nin dostu olan toplumlar da kalben bu coşkuya canı gönülden katıldılar.
Ne var ki, daha geçici hükümet kurulma aşamasındayken ve yeni atanan kabine ülkenin on yıllar içinde kangrenleşen sorunlarını çözmek için kolları sıvamışken pek çok problem birbiri ardınca gün yüzüne çıkmaya başladı.
Öncelikle Suriye’nin özgürleşmesinden ve Suriye’nin Suriyelilerin eline geçmesinden oldukça rahatsız olan İran dini lideri Hamaney, mezhepçi yaklaşımını bir kez daha öne çıkarak Nusayri gençlerini isyana davet etti. Halep’te bir Şii türbesinin tahrip edildiği provokasyonu / yalanı üzerinden Humus başta olmak üzere kalkışmalar örgütlendi ve kamu otoritesi tarumar edildi.
Öte yandan Esed rejiminin elindeyken tehdit olarak görmediği donanma ve cephanelikleri yaklaşık beş yüz sorti düzenleyerek yok eden İsrail, Suriye sahasında sahne almaya başladı. 1974 Birleşmiş Milletler Golan kararına göre girilmesi yasak olan tampon bölgeye giren İsrail, Şam’ın yirmi kilometre yakınına kadar uzanan bölgeleri güneyden işgal etti. Muhaberat binası başta olmak üzere, tapu kadastro binalarını da tahrip eden İsrail, Esed rejimiyle geliştirdiği kirli ilişkileri gizlemek için elinden gelen gayreti sarf etti.
Türkiye’yi tek stratejik müttefik olarak gören fiili lider Ahmed eş-Şara (Ebu Muhammed Golani), Suriye’nin üniter bir yapı olmasını ve silahlı grupların tüm silahlarını devlete teslim etmesini en önemli öncelik olarak görmekteydi. Ama buna üç noktadan itiraz yükseldi. Bunlardan birincisi ülkenin kuzeydoğusunda Rojava adını verdiği bölgeye ABD desteğiyle konuşlanan PKK’nın Suriye kolu YGP idi. İkinci itiraz ülkenin güneyinde, İsrail sınırında yer alan Dürzilerden geldi. Ülkenin federal bir devlet olarak ilan edileceği tarihe kadar silahlarını teslim etmeyeceklerini ifade den Dürziler, gerekirse İsrail’e iltihak edebileceklerini dahi deklare ettiler. Üçüncü itiraz ise, ABD ÖSO’su (Özgür Suriye Ordusu) olarak bilinen Ürdün sınırındaki el-Tanaf bölgesinde yer alan teröristlerden geldi.
Tüm bu tartışma alanlarına ve devletin karakterine dair çekişmelere ilaveten bir de yakılmış yıkılmış Suriye’nin fiziki inşası ve altyapının ihyası ayrı bir problem alanı olarak ortaya çıkmaktaydı. Uzmanların hesaplamalarına göre bu ihtiyaçların giderilmesi, altyapı yatırımları ve kaynakların kullanıma açılması için asgari beş yüz milyar dolara ihtiyaç vardı. Bu ihtiyaçların finansmanı için ise, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) başta olmak üzere Körfez ülkelerinin desteğine başvurulmak mecburiyeti hâsıl oldu. Nitekim ülkenin çiçeği burnunda dışişleri bakanı ilk ziyaretini Suudi Arabistan’a yaptı. Ne var ki bu ülkeler Suriye’nin geleceği hususunda hiç de Suriyeliler gibi düşünmüyorlardı.
Sonuç itibarıyla ülkenin laik, demokratik ve üniter yapısının garantiye alınması, ülkenin toprak bütünlüğünün muhafazası ve ekonomik ve siyasi özgürlüğü hususlarında kat edilmesi gereken uzun ince bir yol vardı. Ne var ki İran, İsrail ve ABD, PKK’yı Suriye ordusuna entegre etmek, merkezi bir devlet yapısı yerine kırılgan bir federasyonu dayatmak ve Türkiye’yi bir yüzyıl daha güvenlik sorunlarıyla malul bırakmak esaslarında çoktan uzlaşmaya varmıştı.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Prof. Hüsamettin İnaç
Yeni Suriye’nin inşasını zora sokan saikler
Zaman ilerledikçe Suriye’nin Suriyeliler tarafından özgürleştirilmesi operasyonunun arkasında Türkiye’nin olduğu anlaşılmaya başlandı. Önce MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın siyah Mercedes’inin Şam sokaklarında görünmesi ve akabinde Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Kasyun dağına uzanan ve çok ses getiren ziyareti bu bakımdan derin mesajlar taşımaktaydı.
İlk defa özgürlükle tanışan Suriyeliler, Emeviye Meydanında büyük coşkuyla kutlamalar yaptılar. Esed zulmünden pek çok ülkeye hicret etmek zorunda kalan Suriyeliler ve Suriye’nin dostu olan toplumlar da kalben bu coşkuya canı gönülden katıldılar.
Ne var ki, daha geçici hükümet kurulma aşamasındayken ve yeni atanan kabine ülkenin on yıllar içinde kangrenleşen sorunlarını çözmek için kolları sıvamışken pek çok problem birbiri ardınca gün yüzüne çıkmaya başladı.
Öncelikle Suriye’nin özgürleşmesinden ve Suriye’nin Suriyelilerin eline geçmesinden oldukça rahatsız olan İran dini lideri Hamaney, mezhepçi yaklaşımını bir kez daha öne çıkarak Nusayri gençlerini isyana davet etti. Halep’te bir Şii türbesinin tahrip edildiği provokasyonu / yalanı üzerinden Humus başta olmak üzere kalkışmalar örgütlendi ve kamu otoritesi tarumar edildi.
Öte yandan Esed rejiminin elindeyken tehdit olarak görmediği donanma ve cephanelikleri yaklaşık beş yüz sorti düzenleyerek yok eden İsrail, Suriye sahasında sahne almaya başladı. 1974 Birleşmiş Milletler Golan kararına göre girilmesi yasak olan tampon bölgeye giren İsrail, Şam’ın yirmi kilometre yakınına kadar uzanan bölgeleri güneyden işgal etti. Muhaberat binası başta olmak üzere, tapu kadastro binalarını da tahrip eden İsrail, Esed rejimiyle geliştirdiği kirli ilişkileri gizlemek için elinden gelen gayreti sarf etti.
Türkiye’yi tek stratejik müttefik olarak gören fiili lider Ahmed eş-Şara (Ebu Muhammed Golani), Suriye’nin üniter bir yapı olmasını ve silahlı grupların tüm silahlarını devlete teslim etmesini en önemli öncelik olarak görmekteydi. Ama buna üç noktadan itiraz yükseldi. Bunlardan birincisi ülkenin kuzeydoğusunda Rojava adını verdiği bölgeye ABD desteğiyle konuşlanan PKK’nın Suriye kolu YGP idi. İkinci itiraz ülkenin güneyinde, İsrail sınırında yer alan Dürzilerden geldi. Ülkenin federal bir devlet olarak ilan edileceği tarihe kadar silahlarını teslim etmeyeceklerini ifade den Dürziler, gerekirse İsrail’e iltihak edebileceklerini dahi deklare ettiler. Üçüncü itiraz ise, ABD ÖSO’su (Özgür Suriye Ordusu) olarak bilinen Ürdün sınırındaki el-Tanaf bölgesinde yer alan teröristlerden geldi.
Tüm bu tartışma alanlarına ve devletin karakterine dair çekişmelere ilaveten bir de yakılmış yıkılmış Suriye’nin fiziki inşası ve altyapının ihyası ayrı bir problem alanı olarak ortaya çıkmaktaydı. Uzmanların hesaplamalarına göre bu ihtiyaçların giderilmesi, altyapı yatırımları ve kaynakların kullanıma açılması için asgari beş yüz milyar dolara ihtiyaç vardı. Bu ihtiyaçların finansmanı için ise, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) başta olmak üzere Körfez ülkelerinin desteğine başvurulmak mecburiyeti hâsıl oldu. Nitekim ülkenin çiçeği burnunda dışişleri bakanı ilk ziyaretini Suudi Arabistan’a yaptı. Ne var ki bu ülkeler Suriye’nin geleceği hususunda hiç de Suriyeliler gibi düşünmüyorlardı.
Sonuç itibarıyla ülkenin laik, demokratik ve üniter yapısının garantiye alınması, ülkenin toprak bütünlüğünün muhafazası ve ekonomik ve siyasi özgürlüğü hususlarında kat edilmesi gereken uzun ince bir yol vardı. Ne var ki İran, İsrail ve ABD, PKK’yı Suriye ordusuna entegre etmek, merkezi bir devlet yapısı yerine kırılgan bir federasyonu dayatmak ve Türkiye’yi bir yüzyıl daha güvenlik sorunlarıyla malul bırakmak esaslarında çoktan uzlaşmaya varmıştı.