Gerek müfettişlik, gerek bankacılık, gerek finans yöneticiliği tecrübelerimle, bugünkü tabloda kredi-enflasyon-kur-faiz dörtgenini tarafsız bir gözle yorumlamaya çalışacağım. Zengin girişiyle doğrudan konuya girelim.
BDDK’nın son yaptığı düzenleme ile ‘bazı’ şirketlerin TL krediye ulaşımı sınırlandı, bazılarınınsa belli şartlara bağlandı. 3 şart getirildi. Bir şirket bağımsız denetime tabi ise, aktifinde 15 milyon TL’ye karşılık gelen tutardan fazla döviz varsa, 15 milyon TL’den fazla döviz var; bu dövizler aktif toplamı veya 12 aylık net satışlarından büyük olanın %10’undan fazla ise TL kredi kullanamaz. Dövizini bozup, ondan sonra kullanabilir. Kullandıktan sonra da her ay bağımsız denetim şirketince (şimdi biraz esnetilip ymm de buna dahil edilecek) şartlara uyum sağladığını gösteren rapor getirir. Bir gece vakti yayınlanan bu düzenleme ne getirdi biliyor musunuz? Bütün sistem kilitlendi. Bankalar şarta uyan- uymayan tüm şirketlere kredi musluğunu kapadı. Çünkü tüm sorumluluk bankalara atılmıştı. Hangi belgeyi, hangi formatta alacakları dahi belli değildi. Bankalar da doğal olarak kredi mekanizmasını kilitledi. Bu yazıyı kaleme aldığımızda karardan yaklaşık 10 gün geçmişti. Yavaş yavaş ‘büyük’ bankalar kredi kullandırmaya başladı. ‘Butik’ bankalar hala beklemede…
Peki niye böyle bir karar alındı? Gerekçe olarak kamu yetkilileri şöyle dediler: ‘Elinde döviz olan firmalar TL kredi kullanıp dövize yatırım yapıyor. Biz bunu engellemeye çalışıyoruz. Kaynakların ihracata, üretime, istihdama aktarılması hedefindeyiz.’ Gayet mantıklı görünen bir açıklama, öyle değil mi? Ama işin gerçeği öyle değil. Özellikle kamunun, Eximbank’ın, TCMB’nin son 7 aydır kullandırdığı krediler, blokeli krediler… Yani şirket aldığı krediyi kafasına göre kullanamıyor. Ya vergi ödeyecek, ya hammadde alacak, ya maaş ödeyecek… Zaten kontrollü bir mekanizma var. Bırakın döviz almayı kredi ile kredi bile kapatamazlar. Kamu yetkilileri diyorlar ki; ‘proforma fatura ile kredi kullanıldı, sonra o ticaret iptal edildi. Kredi usulsüz kullanıldı.’ Proforma ile kredi kullanılamaz. Buna hangi banka izin verdiyse onun soruşturulması gerekir. Kaldı ki, muvazaalı bir işlem varsa, hangi firma bunu uyguladıysa onun üzerine gidilmeli. Neden tüm şirketler böyle bir prosedüre sokuluyor?
Amaç ihracatı, üretimi, istihdamı desteklemek deniyor. Peki ihracatçının en önemli kredi enstrümanı olan TCMB Reeskont kredileri neden kullandırılmıyor? Yukarıdaki düzenleme ile deniyor ki, ‘Bu sadece TL kredi kullanan şirketleri kapsıyor, döviz kredisi kullanan şirketleri kapsamıyor.’ Ama ihracatçıya döviz kredisi kullandırmazsanız, başvuru dahi almazsanız, mecburen TL krediye ve bu sınırlamalara girmek zorunda kalacak.
Bu düzenlemenin, buna benzer düzenlemelerin, her hafta alınan yeni kararların, bundan sonra alınacak başka kararların asıl sebebinin başlıca 2 konuda odaklandığı düşüncesindeyim. Enflasyon; gördüğümüz ve yaşadığımız üzere hızla arttı ve artmaya devam ediyor. Dünyada en ufak bir enflasyon kıpırdamasında ne yapılıyor? Faiz arttırıp, parasal sıkılaştırmaya gidiliyor. Biz ‘faiz arttıramıyoruz.’ Arttıramadığımız için sıkılaştırmayı başka yollarla, yasaklarla, sınırlamalarla sağlamaya çalışıyoruz. Şöyle bir benzetme yapalım: Ev sahibisiniz, kiraya vereceksiniz. Gelen kiracı adayını beğenmiyorsunuz. Naparsınız? Kirayı beklentinizden fazlasına çıkartıp, adayın uzaklaşmasını sağlarsınız değil mi? Yani şu an tüm dünyanın yaptığı bir nevi faiz arttırımı gibi… Ama biz napıyoruz? Kiracı adayını beğenmiyoruz, beğenmediğimiz gibi muadili 100 birim olan daire için 40 birim kira istiyoruz, ama diyoruz ki, ben daireyi sadece yeşil gözlü, 175 cm boyunda, 35-40 yaş aralığında, evli ama çocuksuz birine veririm.
(İşin garip tarafı da şu; faiz arttıramıyoruz, ama faiz artıyor… Adam Smith’in ‘Görünmez El’ kavramı, piyasayı domine ediyor. Merkez arttırmıyor, ama piyasa arttırıyor.)
İkinci sebep, döviz tevdiat hesaplarının bozulmasını sağlamak… Kur korumalı mevduat sistemi her ne kadar dövize kaçışı engellemeye yönelik olsa da, kur korumalı tatlısı evdeki şekerle yapılmadı. Evdeki şeker durdu, marketten yeni şeker alınıp yapıldı. Şeker, çok tatlı bir zehirdir biliyorsunuz.
Bu düzenlemelerin reel ekonomideki yansımaları bunlarla sınırlı değil. Ticareti, finansmana ulaşmayı, nakit akışı yönetmeyi zorlaştıran onlarca örneği bir çırpıda sayabilirim. Üzücü olan şey şu; şirketler konsantrasyonlarını büyümeye, gelişmeye, inovasyona, katma değere ayırması gerekirken; bu düzenlemelerin kenarından nasıl dolaşırız sorusunun AR-GE’sine odaklanıyorlar.
Son söz: Aslında kamu idaresi, kamu spotu gibi diyor ki; ‘Döviz tatlıdır. Tatlı şekerdir, şeker zehirdir. Öyleyse döviz zehirdir. Sağlığınız için uzak durmanızda fayda var…’
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Yılmaz Velioğlu
Döviz şeker gibidir, şeker ise zehir…
Gerek müfettişlik, gerek bankacılık, gerek finans yöneticiliği tecrübelerimle, bugünkü tabloda kredi-enflasyon-kur-faiz dörtgenini tarafsız bir gözle yorumlamaya çalışacağım. Zengin girişiyle doğrudan konuya girelim.
BDDK’nın son yaptığı düzenleme ile ‘bazı’ şirketlerin TL krediye ulaşımı sınırlandı, bazılarınınsa belli şartlara bağlandı. 3 şart getirildi. Bir şirket bağımsız denetime tabi ise, aktifinde 15 milyon TL’ye karşılık gelen tutardan fazla döviz varsa, 15 milyon TL’den fazla döviz var; bu dövizler aktif toplamı veya 12 aylık net satışlarından büyük olanın %10’undan fazla ise TL kredi kullanamaz. Dövizini bozup, ondan sonra kullanabilir. Kullandıktan sonra da her ay bağımsız denetim şirketince (şimdi biraz esnetilip ymm de buna dahil edilecek) şartlara uyum sağladığını gösteren rapor getirir. Bir gece vakti yayınlanan bu düzenleme ne getirdi biliyor musunuz? Bütün sistem kilitlendi. Bankalar şarta uyan- uymayan tüm şirketlere kredi musluğunu kapadı. Çünkü tüm sorumluluk bankalara atılmıştı. Hangi belgeyi, hangi formatta alacakları dahi belli değildi. Bankalar da doğal olarak kredi mekanizmasını kilitledi. Bu yazıyı kaleme aldığımızda karardan yaklaşık 10 gün geçmişti. Yavaş yavaş ‘büyük’ bankalar kredi kullandırmaya başladı. ‘Butik’ bankalar hala beklemede…
Peki niye böyle bir karar alındı? Gerekçe olarak kamu yetkilileri şöyle dediler: ‘Elinde döviz olan firmalar TL kredi kullanıp dövize yatırım yapıyor. Biz bunu engellemeye çalışıyoruz. Kaynakların ihracata, üretime, istihdama aktarılması hedefindeyiz.’ Gayet mantıklı görünen bir açıklama, öyle değil mi? Ama işin gerçeği öyle değil. Özellikle kamunun, Eximbank’ın, TCMB’nin son 7 aydır kullandırdığı krediler, blokeli krediler… Yani şirket aldığı krediyi kafasına göre kullanamıyor. Ya vergi ödeyecek, ya hammadde alacak, ya maaş ödeyecek… Zaten kontrollü bir mekanizma var. Bırakın döviz almayı kredi ile kredi bile kapatamazlar. Kamu yetkilileri diyorlar ki; ‘proforma fatura ile kredi kullanıldı, sonra o ticaret iptal edildi. Kredi usulsüz kullanıldı.’ Proforma ile kredi kullanılamaz. Buna hangi banka izin verdiyse onun soruşturulması gerekir. Kaldı ki, muvazaalı bir işlem varsa, hangi firma bunu uyguladıysa onun üzerine gidilmeli. Neden tüm şirketler böyle bir prosedüre sokuluyor?
Amaç ihracatı, üretimi, istihdamı desteklemek deniyor. Peki ihracatçının en önemli kredi enstrümanı olan TCMB Reeskont kredileri neden kullandırılmıyor? Yukarıdaki düzenleme ile deniyor ki, ‘Bu sadece TL kredi kullanan şirketleri kapsıyor, döviz kredisi kullanan şirketleri kapsamıyor.’ Ama ihracatçıya döviz kredisi kullandırmazsanız, başvuru dahi almazsanız, mecburen TL krediye ve bu sınırlamalara girmek zorunda kalacak.
Bu düzenlemenin, buna benzer düzenlemelerin, her hafta alınan yeni kararların, bundan sonra alınacak başka kararların asıl sebebinin başlıca 2 konuda odaklandığı düşüncesindeyim. Enflasyon; gördüğümüz ve yaşadığımız üzere hızla arttı ve artmaya devam ediyor. Dünyada en ufak bir enflasyon kıpırdamasında ne yapılıyor? Faiz arttırıp, parasal sıkılaştırmaya gidiliyor. Biz ‘faiz arttıramıyoruz.’ Arttıramadığımız için sıkılaştırmayı başka yollarla, yasaklarla, sınırlamalarla sağlamaya çalışıyoruz. Şöyle bir benzetme yapalım: Ev sahibisiniz, kiraya vereceksiniz. Gelen kiracı adayını beğenmiyorsunuz. Naparsınız? Kirayı beklentinizden fazlasına çıkartıp, adayın uzaklaşmasını sağlarsınız değil mi? Yani şu an tüm dünyanın yaptığı bir nevi faiz arttırımı gibi… Ama biz napıyoruz? Kiracı adayını beğenmiyoruz, beğenmediğimiz gibi muadili 100 birim olan daire için 40 birim kira istiyoruz, ama diyoruz ki, ben daireyi sadece yeşil gözlü, 175 cm boyunda, 35-40 yaş aralığında, evli ama çocuksuz birine veririm.
(İşin garip tarafı da şu; faiz arttıramıyoruz, ama faiz artıyor… Adam Smith’in ‘Görünmez El’ kavramı, piyasayı domine ediyor. Merkez arttırmıyor, ama piyasa arttırıyor.)
İkinci sebep, döviz tevdiat hesaplarının bozulmasını sağlamak… Kur korumalı mevduat sistemi her ne kadar dövize kaçışı engellemeye yönelik olsa da, kur korumalı tatlısı evdeki şekerle yapılmadı. Evdeki şeker durdu, marketten yeni şeker alınıp yapıldı. Şeker, çok tatlı bir zehirdir biliyorsunuz.
Bu düzenlemelerin reel ekonomideki yansımaları bunlarla sınırlı değil. Ticareti, finansmana ulaşmayı, nakit akışı yönetmeyi zorlaştıran onlarca örneği bir çırpıda sayabilirim. Üzücü olan şey şu; şirketler konsantrasyonlarını büyümeye, gelişmeye, inovasyona, katma değere ayırması gerekirken; bu düzenlemelerin kenarından nasıl dolaşırız sorusunun AR-GE’sine odaklanıyorlar.
Son söz: Aslında kamu idaresi, kamu spotu gibi diyor ki; ‘Döviz tatlıdır. Tatlı şekerdir, şeker zehirdir. Öyleyse döviz zehirdir. Sağlığınız için uzak durmanızda fayda var…’