Yıllar yıllar önce bir kitap okumuştum. Şeref Mercan diye adını o zamana kadar ve o zamandan sonra da duymadığım bir yazarın kitabı idi. Var ise kusuruma bakmasın. Adı “İllüminati”. Aynı isim tarafından yazılan aynı dönemce çıkmış birkaç komplo teorisi kitabı daha var.
Stephen Hawking’in 33. derece mason oluşu ile başlıyordu kitap. İlk bölümü mümkün olabilecek şeylerden bahsediyor, ikinci yarısında da tam anlamıyla saçma diyebileceğimiz olaylar geçiyordu. Hatta sonu da Marduk gezegeninin dünyaya çarpması nedeniyle dünyanın yok oluşu ile bitiyordu.
Kitabın önemli bir bölümü Büyük Ortadoğu Projesi diye bir konudan bahsediyordu. Efendim İsrail’in büyümesi gerekiyormuş, ABD ona yardımcı olacakmış. Suriye ve Lübnan diye iki ülke yok olacakmış ve Türkiye’nin güney doğusu çıkarılacak pek çok karışıklıktan sonra ülkenin güneyinde kurulan Kürt Devleti ile birleşecek ve başkent Diyarbakır olacakmış. Hatta vatandaşlarımızın çoğu öyle bir düşünce yapısına sahip olacakmış ki bölgeyi “verelim de ekonomik olarak rahat edelim, terör de bitsin” diyecekmiş. Hükümet bile bunun olması için alttan alta çaba gösterecekmiş. Daha sonra da Kürt Devleti İsrail ile birleşecekmiş falan falan.
Bunların planlanmış olması veya olup olmayacağı bir tarafa, o kadar beynime işlemiş ki, o zamandan beri Ortadoğu’da olup bitenleri bu çerçevede görmeme neden oldu bu kitap. Düşüncelerimi yönlendirdi ve olanı biteni artık normal kabul etmeme sebep oldu. Birbirinden bağımsız yapboz parçaları gibi görünen olayların büyük bir projenin parçası olabileceği düşüncesine sahip olmama neden olan, yani beni paranoyak hale getiren bir kitaptı.
Zihinsel sindirim böyle bir şey. Yönetici olarak birisini bir yere mi tayin etmek istiyorsunuz. Yanınıza çağırıyorsunuz ve ona bu düşüncenizi açıyorsunuz. Her zaman her yeni düşünceye insanların verdiği tepki negatiftir. Çünkü konfor alanları vardır ve insanlar alışkanlıklarının, yani konfor alanlarının dışına çıkmak istemezler. Orada riskler ve belirsizlikler vardır. “Nereden çıktı şimdi bu?” “Ne lüzumu var?” “Neden ben?”. Ve diyorsunuz ki “Şimdi bir şey söyleme, düşün, üç gün sonra tekrar düşünelim.
Sonra geçen üç gün boyunca o kişi tayin edildiği yeri araştırıyor, neler yapabileceğine, neler kazanacağına, neler kaybedeceğine bakıyor ve o fikre tamamen alışıyor. Sonradan gerçekleşen tayin onu hiç şaşırtmıyor veya rahatsız etmiyor.
Ülkeler de politikalarını belirlerken zihinsel sindirimi uyguluyorlar. Türkiye de politikalarını genelde tek bir ülkeden ithal ettiği için zihinsel sindirimi yoğun bir şekilde uyguluyor. Hükümet çevresinden birisi bir konuyu olmadık zamanda ortaya atıyor, sonra insanlar tepki gösteriyorlar, konu soğumaya bırakılıyor ve nihayetinde genellikle de yine ortaya atılan başka bir konu tartışılmakta iken uygulamaya alınıyor. “Zaten söylemişlerdi” diye kimse olana bitene tepki göstermiyor.
Ülkeleri şirket gibi yönetmek de böyle oluyor.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Yüce Uyanık
Zihinsel sindirim
Stephen Hawking’in 33. derece mason oluşu ile başlıyordu kitap. İlk bölümü mümkün olabilecek şeylerden bahsediyor, ikinci yarısında da tam anlamıyla saçma diyebileceğimiz olaylar geçiyordu. Hatta sonu da Marduk gezegeninin dünyaya çarpması nedeniyle dünyanın yok oluşu ile bitiyordu.
Kitabın önemli bir bölümü Büyük Ortadoğu Projesi diye bir konudan bahsediyordu. Efendim İsrail’in büyümesi gerekiyormuş, ABD ona yardımcı olacakmış. Suriye ve Lübnan diye iki ülke yok olacakmış ve Türkiye’nin güney doğusu çıkarılacak pek çok karışıklıktan sonra ülkenin güneyinde kurulan Kürt Devleti ile birleşecek ve başkent Diyarbakır olacakmış. Hatta vatandaşlarımızın çoğu öyle bir düşünce yapısına sahip olacakmış ki bölgeyi “verelim de ekonomik olarak rahat edelim, terör de bitsin” diyecekmiş. Hükümet bile bunun olması için alttan alta çaba gösterecekmiş. Daha sonra da Kürt Devleti İsrail ile birleşecekmiş falan falan.
Bunların planlanmış olması veya olup olmayacağı bir tarafa, o kadar beynime işlemiş ki, o zamandan beri Ortadoğu’da olup bitenleri bu çerçevede görmeme neden oldu bu kitap. Düşüncelerimi yönlendirdi ve olanı biteni artık normal kabul etmeme sebep oldu. Birbirinden bağımsız yapboz parçaları gibi görünen olayların büyük bir projenin parçası olabileceği düşüncesine sahip olmama neden olan, yani beni paranoyak hale getiren bir kitaptı.
Zihinsel sindirim böyle bir şey. Yönetici olarak birisini bir yere mi tayin etmek istiyorsunuz. Yanınıza çağırıyorsunuz ve ona bu düşüncenizi açıyorsunuz. Her zaman her yeni düşünceye insanların verdiği tepki negatiftir. Çünkü konfor alanları vardır ve insanlar alışkanlıklarının, yani konfor alanlarının dışına çıkmak istemezler. Orada riskler ve belirsizlikler vardır. “Nereden çıktı şimdi bu?” “Ne lüzumu var?” “Neden ben?”. Ve diyorsunuz ki “Şimdi bir şey söyleme, düşün, üç gün sonra tekrar düşünelim.
Sonra geçen üç gün boyunca o kişi tayin edildiği yeri araştırıyor, neler yapabileceğine, neler kazanacağına, neler kaybedeceğine bakıyor ve o fikre tamamen alışıyor. Sonradan gerçekleşen tayin onu hiç şaşırtmıyor veya rahatsız etmiyor.
Ülkeler de politikalarını belirlerken zihinsel sindirimi uyguluyorlar. Türkiye de politikalarını genelde tek bir ülkeden ithal ettiği için zihinsel sindirimi yoğun bir şekilde uyguluyor. Hükümet çevresinden birisi bir konuyu olmadık zamanda ortaya atıyor, sonra insanlar tepki gösteriyorlar, konu soğumaya bırakılıyor ve nihayetinde genellikle de yine ortaya atılan başka bir konu tartışılmakta iken uygulamaya alınıyor. “Zaten söylemişlerdi” diye kimse olana bitene tepki göstermiyor.
Ülkeleri şirket gibi yönetmek de böyle oluyor.